26 Eylül 2011 Pazartesi

Su...



Su...

Buz olur, serinletirsin
Sıcak olur, içimizi ısıtırsın
Çiğ olur, yere düşersin
Bulut olur, hayallerimizi süslersin
Tuzlu olur, ayağımızı yerden kesersin
Temiz olur, bize kavuşursun
Kristal olur, bizi mutlu edersin
Dolu olur, korkutursun,
Buhar olur, uçarsın
Beyaz olur, kirleri örtersin
Sel olur, değişirtirirsin
Sabırlı olur, sanatçı olursun
Duş olur, temizlersin
Basınç olur, bizi kavuşturursun
Yağmur olur, hayat verirsin
Birikir, deniz olursun
Gözyaşı olur, duygularımıza dönüşürsün

Karasinek

Hiçbir zaman bir karasineğe sempati ile bakmadım, hatta rahatsız oldum. Ancak beni mutfakta yakalayan bu sinek için farklı hissettim. Sanki ikimizde belirsiz ancak derin bir yolculuğun neferleri idik. Az bir süre de olsa birbirimize arkadaşlık edebiliriz diye düşündüm.
Takılsın dedim. Belki de artık hiçbir şeye karşı ön yargıyı bırakmamdan da kaynaklanıyordu bu duygu. Onca düşünceden sonra Sokrates’in dediği gibi “Tek bir şey biliyorum; o da hiçbir şey bilmediğim”.

Belki de meleklerden biri sinek kılığında bana kahvaltı hazırlarken, sabah sabah çayımı yudumlarken yanımda olmak istiyordu...
Sonuçta hepimiz, sevdiklerimiz, sevmediklerimiz Tanrı’nın yarattıkları değil mi?
Lego parçalarından yaratmak gibi, görebildiğimiz her madde aynı elektron, proton ve nötronların farklı kombinasyonundan oluşmuyor mu? Hatta maddenin bile değil... Sadece enerjilerin farklı titreşimi ve etkileşimi sonucu ortaya çıkan muazzam çeşitlilik!..
Kahvaltı hazırlarken bu kadar çeşit yiyeceğe ve karışıma, karışımların yarattıkları farklı sonuç ve lezzetler insanı büyülemiyor mu?
Küçük dokunuşlar ve eklemeler ne muazzam tat farkları yaratıyor! Hayatımızda da böyle değil mi? Çok küçük olaylar, dokunuşlar, hayatımızın gidişatını değiştirebiliyor...

Yiyeceklerden en favorilerimden biri de mantar.
Mantarın o yapısı, karanlık ortamda ve toprakta sanki orayı aydınlatmak istercesine bembeyaz büyümesi.
Mantarın içerisindeki muazzam şekillere bakarken kendimden geçiyorum, lakin tüm teknolojiye rağmen bu tip bir yapıyı henüz üretemiyoruz. Bizim sinek ise ona nispet yaparcasına poz veriyor mantarın üzerinde...

23 Eylül 2011 Cuma

Roxanne



"Neden kalbim ağlıyor?
Savaşamadığım duygular
Beni terk etmekte özgürsünüz,
Fakat beni aldatma
Ve lütfen bana inan
Seni Seviyorum dediğimde..."

17 Eylül 2011 Cumartesi

The Ramen Girl

“Hazırlanan her kase ramen müşterin için bir hediyedir. Sunduğunuz yiyecek o kişinin parçası olacaktır. Ramen, senin ruhunu taşır.İşte bu yüzden ramen saf sevginin ifadesi olmalıdır... Kalbinden bir hediye”.
The Ramen Girl filminin kahramanı hiç bir işte dört aydan fazla çalışmamış Abby'dir. Onun macerası sevgilisinin elinden kaçırmamak için Japonya’ya gelmesi ile başlar. Ama sevgilisi onunla fazla ilgilenmeyip gidince, büyük hayal kırıklığına uğrayan Abby, büyülü bir “ramen” (Japon erişte çorbası) dükkanı keşfeder.

Ramen ustası adet sihirli iksir hazırlar gibi pişirmektedir yemeği. Neşesi olmayan müşterilerin keyfini yerine getirmektedir. Abby bundan çok etkilenir. Bir şekilde dükkanda ayak işlerini yapmaya başlar. Birden bire bir ışık çakar ve Abby, ramen ustası olmaya karar verir. Başlarda dükkanın sahibi onu hiç istemese de, Abby’nin ısrarı sayesinde onu dükkana kabul eder.
Ne Abby Japonca bilir, ne de usta ve eşi İngilizce... Ancak lisan olmadan da anlaşırlar. Abby işe bulaşık yıkayarak, tuvalet temizleyerek başlar... Ancak usta ona çok sert davranmaktadır. Tüm bunlar Abby'yi yıldırmaz. Usta sınırlarını zorlamaya devam eder, Abby en sonunda pes eder ve devrilir... Ancak yine ayağa kalkar devam eder. Amacından vazgeçmez.



Usta ona dükkanı temizletirken, aslında zihnini ve ruhunu da temizleyip olgunlaşmasını hedeflemektedir. 
“İşe gözyaşlarını çorbaya katarak başla. Kelimelerle düşünmeyi bırak. Kalbini kullan” 
Öte yandan usta, Paris’e giden oğluna dargındır ve üzüntüsünü içine atarak sert durmaya çalışmaktadır. Genellikle, sessiz duran ve insanları iyi analiz ustanın eşi dükkanda dengeleyici unsurlarından.

Ramen yapımı için gereken her malzeme için hassas olan usta bizzat alımları kendi yapmaktadır. Lezzetli bir ramenin ancak tüm detayların mükemmel bir şekilde yapılması ile olacağını bilir. Sonunda Abby’i tekniği öğrenir ancak lezzette bir eksik vardır; Abby duygusunu, ruhunu yemeğine vermeyi öğrenmelidir...


Japonya’nın gelişmiş iş dünyası ve şehirleri ile geleneklerine bağlı kültürünün iç içe olduğunu çok güzel resimlerle veriyor film.
“Bir kase ramen bir evrendir. Deniz, Dağ ve Dünya’dan can bulur. Mükemmel uyumla var olur. Uyum çok önemlidir. Tüm parçaları bir arada tutan çorbadır (evrensel güç). Rameni gözlemle.”

13 Eylül 2011 Salı

Gerçekler mi?



Her zaman annemin neden berebar yaşadığımız olayları, daha ileriki zamanlarda 'farklı' anlattığını düşünür dururdum.
Önceleri sanırım canı nasıl anlatmak istiyorsa öyle anlatıyor ama içinde gerçeği biliyor derdim.
Sonraları anladım ki, cidden inanarak anlatıyor.

Neleri hatırlıyoruz? Beynimiz neleri, ne şekilde hatırlayacağını şeçiyor.
Bu hafıza kırıntılarını duyguları ile hatırlıyor. Bir öğretmenininizi aklınıza getirdiğinizde onun hakkındaki duyguları da canlandırmış oluyorsunuz.

Bizim için olumlu veya olumsuz bir duygu kıvılcımı olan olayları daha net hatırlıyoruz; kötü olayları daha da fazla hatırlıyoruz, bazen beynimiz bunu bilinçaltına atıyor ama derinlerde bir yerde hep karşımıza çıkıyor bu...

Bundan fazlası da gerçekleşiyor; anılar değişiyor!
Olmayan yazpoz parçaları geliyor, hikaye efsaneye dönüşüyor. Zihin olmayan veya hatırlayamadığı parçaları ekliyor.


Kendi aşk hikayem gibi, anlatıkça anlatıyorum, hayal ettikçe ediyorum; gökler yarılıyor, güneş doğar gibi gözleri, dudakları önümde doğuyor... zaman duruyor, Blues Brothers'ın meşhur sahnesi gibi; gözüm hiç bir şey görmüyor!

Annemin ortak anılarımızda da olduğu gibi aynı olayı ikimiz bile hatırlasak farklı hatırlıyoruz.

Gerçek mi önemli, yazılan efsaneler mi, yoksa yaşatılan duygular mı?
Yoksa tam şu anda ne hissettiğniz mi?

4 Eylül 2011 Pazar

Bazen














Güneş doğar güneş batar ama insan uyumaz bazen... düşünür...
"Deniz" masmavidir ne güzel ama insanlar görmez bazen.
Üzme kendini, ümitsiz gibi... sevgin var bak ne güzel...

Bazen,
Ne uykuya ne yemeğe ihtiyacı kalır. Düşünür düşünür; zaman durur bazen.

Bir ömür geçer, uyuruz bir geceymiş gibi, tüketiriz bir bira gibi...
Geriye bakar şaşar kalırız.
Kalan köpüklere bakarız: hatalar, ihmaller, hayatı "yaşamamazlıklar"...
Anlamamazlıklar, bencillikler, kısıtlı bakış açısının hapsi... 

Egonun hakimiyeti...Yapılması gerekenler unutulur, zaman ve ilgi azalır...
Hayaller süresiz ertelenir, unutulur, söylenmesi gerekenler, hissedilmesi gerekenler yastık altına konur.
Bir gündüz, bir gece gibi sanki...

Hayat kayar altınızdan, farklı ve karpıtılmış anılar birikir zihinlerde, kalplerde... 
kimi hüzünlü kime neşeli...

Sonra zaman durur, evren yavaşlar... zaman akmaz sanki, insan düşünür, düşünür tekrar dünyaya gelmiş yaşar gibi... kelimeler yetersiz kalır, sonsuz sarmallar başlar kalple zihin arasında... ikisi de sorumluluğu birbirine atar gibidir...

Bazen,

Dakikalar saatlere, saatler günlere, günler ömürlere döner... ama fazlasıyla canlı fazlasıyla hayat dolu!
İşte, o zaman görür insan çiçekleri, denizi...