29 Eylül 2012 Cumartesi

İlk ve Son Aşkım


Neden bu kadar korkuyoruz ölmekten? Sanki sonsuza kadar burada kalacakmışız gibi davranıyoruz, planlar yapıyoruz. Dünya metalarına gereğinden fazla kıymet veriyoruz... Peki, acaba dünyanın son 21 günü gelse ve tüm dünya biliyor olsa, ne yapardınız? Nereye giderdiniz? Ne düşünürdünüz? Kime sarılırdınız? Günlük hayatınızda kafanızı çok fazla meşgul eden konular, sahip olmak istediklerinizin ne kadar önemi kalırdı?

Orijinal ismi "Seeking a Friend for the End of the World" olan Türkçeye ilginç bir biçimde İlk ve Son Aşkım diye çevrilen film dünyanın son günlerinde eski sevgilisini arayan Dodge isimli karakterin öyküsünü anlatıyor.

Dodge ve Penny dünyanın son günlerinde tanışırlar ve bu son günlerde ilginç bir bağ kurulur aralarında. Başka yerde aradığını yanı başında bulur Dodge. Belki kaybedecek bir ailesi olmadığından, belki de sonsuz varlıklar olduğumuzu bildiğinden Dodge son derece soğukkanlı, sağduyulu ve manidardır bu günlerde.


Yönetmen Lorene Scafaria isimli genç bir şarkıcı, senaryo yazarı ve oyuncu. Bu film 1978 doğumlu Lorene'nin ilk yönetmeklik deneyimi. Bu filmde başarılı isimlerle çalışma imkanı bulan Lorene iddialı bir filme imza atmış. Bunda Steve Carell ve Keira Knightley'nin performanslarını da hesaba katmak lazım.

Dinner for Schmucks gibi çok vasat bir filmden sonra "Crazy, Stupid, Love" da beğendiğim Carell, kendini aşmaya başladı. 1985 doğumlu Keira için sadece uzun bir ömür diliyorum. Atonement'daki muhteşem performansının yanı sıra King Arthur ve Karayip Korsanları ile tanınan Keira'ya, çok ufak da olsa Star Wars Episode I'de Sabe rolünde yakalayabilirsiniz.

28 Eylül 2012 Cuma

Kapıyı Aralamak



Satışla uğraşan kişiler genellikle müşteriye büyük tavizler ve destekler vererek satışı kapatmaya çalışır. Müşteri davranışları bilimi ile uğraşanlara göre tam ters bir strateji daha başarılı olabiliyor. Eğer bir kişiden küçük bir talepte bulunursanız, çok daha büyüğünü de isteyebilirsiz. 

Birçok deneyde de ispatlandığı gibi küçük bir cam çıkartmasını satın alan kişilerin daha sonra büyük tabela satın almayı kabul ettiği görülmüş.

Roger Dooley, kitabı Brainfluence’da şöyle öneriyor: bir satıcı büyük satışını yapmadan önce bir bardak kahve, bir bardak su veya çok basit bir şey istemeli.

"Kapıyı Aralamak"

Önce küçük destek verip, daha büyük siparişlerin önünü açma metoduna Kapıyı Aralama Tekniği deniyor. Geçmiş deneyimler gösteriyor ki, ilk talebiniz fazla talepkarsa ve karşınızdaki bunu kabul etse bile ikinci talebi yerine getirmek daha da zorlaşıyor. 
Hele bir de ilk talebinizde çok vakit ve efor harcanmışsa, başarı şansı azalıyor.

Polonya'da şöyle bir deney yapılmış: Basit talep yerine, deneyi gerçekleştirenler habersiz deneklerden kolay ama tuhaf görevler vermişler: Örneğin, ayağının sakatlığını bahane edip ayakkabılarını bağlamalarını istemişler. Dolayısıyla bir kişiyi ikna etmek istiyorsanız, önce çok kolay ama tuhaf bir taleple başlayın. 

Her duruma uygun şaşırtıcı bir konu bulabilirsiniz. İşte gelişi güzel fikirler:
“Sırtımda örümcek var mı diye bakar mısın?”
“İnternette trafik durumuna bakar mısın?”
“Mendil satın alır mısın?”

Mümkün mertebe işlemi hızlı ve kolay yapmanız  gerekiyor, ve kesinlikle ‘tuhaf’ olmalı ve hatta şaşırtıcı. Karşınızdaki kabul ettikten bir süre sonra gerçekten ne istediğinizi söyleyin.

27 Eylül 2012 Perşembe

Antagonism Yasası


Stefano D'Anna, Tanrılar Okulu kitabında bahsettiği en önemli kavramlardan biridir "Antagonism"... Çinlilerin antagonism için kullandıkları işaret ise zıtlığı anlatır; dövüşe hazır iki savaşçı gibidir...

Antagonist, size karşı olan kişi veya düşman olarak tanımlanabilir. Size zıt olandır... 
Devamlı şikayet ettiğimiz trafik, patronumuz, eşimiz, sevgilimiz, işte veya günlük yaşamda karşımıza çıkan kişiler, hava, hastalık veya zaman...

Hayatımızdaki her olay, her kişi bizim için vardır. 
Hiçbir olay ve kişi iyi veya kötü olarak nitelendirilemez. Bu tamamen kişinin o olayı veya kişiyi nasıl gördüğü ile ilgili bir durumdur. Biz, karşımıza çıkan kişilerden veya olaylardan gerekli mesajı alamadığımız zaman, bu olaylar tekrar tekrar başıma gelmeye, benzer kişilerle tekrar tekrar karşılaşmaya devam ederiz. Mesajı bulmak yetmeyebilir, bazı durumlar da ise gerekli aksiyonları almamız şart olabilir.

Bu olaylar ve kişiler bizim dönüşmemiz ve öz-varlığımızı hatırlamamız için hizmet ederler. Bu durumda olaylara ön-yargılı ve tepkili bakmayıp, gözlemleyerek sağduyuyla bakmak için çalışmak gerekebilir.



"Antagonistten korkma! 
Onun korkunç maskesinin altında bizim en büyük yandaşımız ve en sadık hizmetkarımız bulunur.
Duyduğun ses, içinde taşıdığın Antagonisttir.
Her şey, en basitten en karmaşığa, bir insandan bütün bir uygarlığa kadar, gelişme yolundaki her organizma, ‘görünüşte’ zıt bir güçle, kuvvet ve kapasite bakımında bakımından, kendi projesine eşdeğer bir düşman gücüyle karşılaşır.
Dünya bir sonuçtur... senin ‘düş’lerinin olduğu kadar kabuslarının da bir yansımasıdır. Cennet de olabilir, cehennem de. Nerede ve nasıl yaşamak istediğine sen karar vereceksin.
Antagonistin, merhametsizliğinin altında gizlenen tek ve yegane amaç, senin zaferindir. Antagonist, senin ‘düş’ünü gerçekleştirmene yarayacak bütün yöntem ve araçlara sahiptir... O, sana başarıya giden en kestirme yolu gösterir. Yeryüzünde hiç kimse seni düşmanından daha çok sevemez. Dışımızdaki düşmanı bağışlamak, binlerce yıllık bir kibrin ve bir anlama yetersizliğinin bildirgesidir. 
Tek düşmanın senin içindedir. Dışarıda, ne sana zarar verebilecek, ne de bağışlaman gerekecek bir düşman vardır. Antagonist senin en değerli yandaşındır. Kendini geliştirmen, mükemmelleştirmen ve bütünleştirmen için bir araç; Oluşun yüksek bölgelerine erişmek için yegane anahtardır."
[Tanrılar Okulu]

25 Eylül 2012 Salı

Cosmopolis


Yirmisekiz yaşındaki milyoner Eric Packer için sıradan gibi görünen bir gün, oldukça uzun görünen limuziniyle Manhattan'da bir iş için "şehre" inen Packer trafikte sıkışınca, limuzinine giren insanlarla beraber değişecektir...

Çarpıcı filmlerin yönetmeni David Cronenberg'in Don DeLillo'nun romanından uyarladığı filmin başrolünde, Robert Pattinson varken kadroda Jay Baruchel, Paul Giamatti, Samantha Morton, Juliette Binoche ve Mathieu Amalric isimleri de yer alıyor...

David Cronenberg'rin 1993'den beri tüm filmlerini seyrettim ve hepsi ardından farklı izlenimler bıraktı. Bu filmi en az iki kere seyretmekte fayda var. Temposu çok yüksek olmasa da olsa buna değer.

Mevcut sistemi, kapitalizmi eleştiren bireylerin robotlaştırılmaya çalışıldığı, zamanın saniyelerle ölçüldüğü ve paranın her zamankinden daha fazla güçlendiği bir sistemi eleştiriyor. Para sonsuzluk inanışlarımızın yerini almış...
İnsanlar arası iletişimin zayıfladığı, gençliğin kaybolduğu bir sistem bu. Anı yaşayamaz geleceğin halünasyonuna süreklenen insanlık...

Film, geneli boyunca çok ilginç felsefik diyaloglarla seri halde insanı sürüklüyor.

Sufi-rapçi karakteri de ilginç; Fez'in cenazesinde Sufi dansına şahit oluyoruz. Ve Mecca isimli filmin müziği...



To know the truth is to know the self
(Gerçeği bilmek kendini bilmektir.)
To know the self is to know the Mecca
(Gerçeği bilmek Mekke'yi bilmektir.)
Mecca's not a state of mind or a place
(Mekke bir yer veya bir ruh hali değildir)
Mecca is a way of life
(Mekke bir yaşam tarzıdır)
It is the answer to all confusion
(Tüm çelişkilerin cevabıdır)



İşte filmden belli replikler:

"Şöhret olmanın da götürüleri var: İnsanlar sözcüklerle yücelir, hecelerle düşer."

Karısı kocasına: "Gözlerin maviymiş... Neden gözlerinin mavi olduğunu söylemedin." 

"Yetenek boşa harcandığında boşa harcandığında daha değerlidir."

"Para her zamankinden güçlü. Para zaman yaratıyor. Saat kapitalizmin yükselişini hızlandırdı. İnsanlar sonsuzluğu düşünmeyi bırakıp saatlere odaklanmaya başladılar. ölçülebilir saat; insan saatleri. Çünkü zaman artık şirketleri asiti, açık piyasa sistemine ait. şimdiki zamanı bulmak zor."

"Bir fikir ne kadar görsel yaratırsa, arkasında o kadar insan bırakır."

"İnsan mantığının kusuru: Ürettiği olayların başlangıcı ve bitişini görmek istemez."

"Geleceği ertelemek istiyorlar. Normal bir hayatın bugünü değiştirmesini istemiyorlar. Gelecek her zaman güzeldir. Herkes orada uzun ve mutludur. Gelecek bu yüzden başarısız oluyor. Gitmek istediğimiz harika yerde olmayacağız."

"Sence nasıl bir acı hissediyorlar da hap alma ihtiyacı hissediyorlar? Bu hale gelmek için nasıl bir acı hissediyorlar?"

"Sistemde yardıma muhtaç olan insanları var olması hiç mantıklı değil. yardıma muhtaç bir robot asker olmamı istiyorsun. Ve tek olabileceğim şey yardıma muhtaç biri. Kadın ayakkabıları gibi. Milyonlarcasına sahip olabilirler..."



21 Eylül 2012 Cuma

Haydi Durmayın, Yapın!


1. Etkilendiğiniz kişilerle beraber zaman geçirin.
Üzüm üzüme baka bak kararır. Size ilham veren, olumlu enerji yayan insanlarla bir araya gelmeye çalışın. Bu eşiniz veya çocuğunuz bile olabilir. Özellikle yapıcı, insanlardan çok kavramları, olguları konuşabildiğiniz ortamlar sizi geliştirecektir.

2. Sıra dışı işler yapın, metotlar deneyin.
Daima yaratıcı olun, en küçük ve temel iş bile olsa, buna nasıl daha farklı yapıp geliştirebilirim diye düşünün. Bu çizgi dışına çıkmak size şevk, işinize anlam katacaktır.

3.Alışkanlık ve Hobilerinize dikkat edin.
Sağlıklı kafa sağlıklı vücutta bulunur. Hem bedeninizi hem de zihninizi dinç tutacak alışkanlık ve hobileriniz olmalı. Bunları saymakla bitiremeyiz ama tabi ki beslenme, spor, kitap okuma, sanatla uğraşma, düzenli uyku, nefes egzersizleri...

4.Küçük hedefler belirleyin ve bunları yazın.
Kağıt kalem kullanın ve yazın. Büyük hedeflerinize ancak küçük ve zaman çizelgesi olan kısa dönemli başarılarla ulaşabilirsiniz. Geçici dünya yaşamını terk etmeden önce nerede ve nasıl olmak istediğinizi 'hayal edin' ve geri doğru yıl yıl, ay ay ve daha kısa zaman aralıkları ile gelin. Yapmanızın gerekenleri listeleyin, minik hedefler, minik adımlar...

5.Kendinize özel zaman ayırın.
Sevgiliniz, aileniz, arkadaşlarınız, işiniz, ve sağlığınıza zaman ayırdınız. Bitti mi?
Kendinize zaman ayırın. Kendinizi dinleyin, zihnin kendi kendine sessizleşmesine müsaade edin ve kendinizle baş başa kalın. 


Haydi, sadece yapın!

19 Eylül 2012 Çarşamba

İdeon Tanrıların Yolu


Hayat boyu ego insanlığı ele geçirmeye, onu yönetmeye çalışmış.
Bunun için kullandığı en temel taktiklerden biri ise böl, parçala ve yönet... 

Tarih boyunca her ayrılıklar, maksatlı bölünmeler görüyoruz;
Kadın - Erkek, Müslim - Gayri Müslim, Sünni - Alevi, Faşist - Komünist, Solcu - Sağcı, Galatasaraylı - Fenerli, Din, Dil, Irk Ayrılıkları gibi...

Hatta bazı kelimelerin anlamlarını, arkasında yatan gerçekleri bilmeden yerli yersiz kullanılır oldu.
Köyün birinde komünist, gavur, faşist kelimelerinin küfür sanıldığına şahit olabilirsiniz.



Ideon Tanrıların Yolu'nu okurken Kaz Dağlarını, insanları iç çatışmalarını, tarihi, savaşı, barışı, değişik kültürleri bulabilirsiniz ama beni en çok etkileyen kitabın artık konuşulamayan, bilinmeyen veya hoş görülmeyen kavramların detaylıca konuşulması ve özellikle Kuşçular Köyü'ndeki müthiş bir anlayış ve uyumlu yaşam. 
Bu köye yerleşmiş, yabancı uyruklu, kız istemeye bile giden Yorgan Dede...

"Bu dağlarda Aleviler ve Sünniler kardeşçe yaşarlar ama bizim köyde hem kardeşçe yaşarlar hem de mahalle ayrımı olmadan iç içedirler."

Ayrıca 2.Dünya Savaşının en bilinen simgesi de kitabın kapağında cesurca kullanılmış; Svastika... Hitler'in Tibet keşişlerinden etkilendiği ve uzak doğu felsefelerine inandığını biliyordum ama bu kadar detaylı bir bilgiye sahip değildim.

"Svastika’nın birbirini tamamlayan üç temel anlamı var.
Bunlardan ilki dönüş hareketidir yani Svastika’nın döndüğü eksendir. Bu eksen dört boyutlu alemi simgeler. Dört yönü gösteren dört kol ise bir düzlem üzerinde yatay hareket eder ve üç boyutlu alemi simgeler. Svastika’nın dört kolunun sivri uçları ise gücün sembolüdür. Güç daima faaldir ve işleyiş süreklidir. Aynı zamanda dört kol kainatı simgeler. Sonuç olarak Churchward’a göre, yaradan kainatı doğrudan yaratmamış, bazı güçleri var etmiştir. Üçüncü bir anlam ise kimi ezoterik bilgilere göre Svastika kozmik bir semboldü ve çok eski uygarlıklarda spiral hareket ve Samanyolu galaksisine ait galaktik ırk anlamlarını taşıyordu. Svastika’nın merkezinde hep insan olmuştur. Çünkü düşünce alemini bedene bağlayan insandır."


Diğer bir konu da ödümüzü patlatan şeriat ve tarikat kavramları. Bakın bakalım doğru mu biliyoruz:

"Beşer bedendir ve beden kötülüğe yönelir. Beşerden insan olmaya geçişin dört evresi vardır.
Şeriat, tarikat, marifet ve hakikat. Yani saf bilgi. 
Şeriat: ilkokuldur. Namaz kıl, oruç tut, hacca git, zekat ver, yalan söyleme, haram olandan kaçın.
Tarikat: orta-okuldur. Bir hocanız vardır ve size ilim öğretir. Kendinizi geliştirme fırsatı verir. 
Marifet: lisedir. Aldığınız ilim sayesinde kendi nefsinizle savaşır ve başarılı olursanız irfan kazanırsınız.
Hakikate, yani saf bilgiye ulaşabilen sürekli ibadet halinde olur. Onun artık şeklen ibadete ihtiyacı yoktur. Burada anahtar kelime “akletmek”tir. 
Akletmek sizi bilinmezsizlikten ve karanlıktan korur. Belirsizlikler denizinde kaybolmanızı engeller. Bunun bir sonraki aşaması ise fikretmektir. Çölde kayıp olan birinin kuzey yıldızını takip etmesi, başka bir deyişle akıl ve matık sınırları içinde kendi yolunu çizmesidir fikretmek."

Daha neler var, neler... Eski Türk inanışları, Sarıkız Türbesi, Kahramanlık hikayeleri, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Alevilik, Müslümanlık, Köknar ağacı, Ardıç kuşu...

Ideon Tanrıların Yolu, yazarı Orhan Bahtiyar tarafından uzun süre yapılan araştırmaların sonucunda ortaya çıkan değerli bir kitap.


Yunus Emre: 

“Biz kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil.”

10 Eylül 2012 Pazartesi

Hangimiz Kahraman Olmadık?




Hangimiz çocukken kendimizi bir prenses veya bir süper kahraman olarak hayal etmedik?
Sanırım hepimiz ettik... Özellikle kızlar prenses, oğlanlar süper kahraman! Kendimizi etrafımızdaki masal karakterleri ile özdeşleştirdik; Barbie, Süpermen, Örümcek Adam vs. Bu durum biz büyüdükçe ve hatta yetişkin olduktan sonra bile zihnimizde devam etti. Bilinçli veya bilinçsiz...
Bir pazarlamacı olarak ister istemez aklımıza şu soru geliyor?
“Satın alma kararlarımızda gerçek ve hayali kahramanlardan, ünlü kişiliklerden etkileniyor muyuz?”
Cevap maalesef ki evet. Bu doğal mı, yoksa saflık mı?
Her ne kadar Türk tarihinde krallık sistemi olmasa da, bizde de sultan, paşa, padişah, şehzade kavramları vardır. Yabancı kaynakların sık kullanımı ile yurt dışı kavramlar da yerleşmiş durumda. Daha ileri yaşlarda bu hayallerin yerini ünlüler almakta.
Bunlar ağırlıklı olarak sinema sanatçısı, televizyondaki sunucular, şarkıcılar, politikacılar, modacılar, mankenler, iş adamları ve futbolcular olmakta.
Çocuklarımız bu aralar hayranlık duymaya Şimşek McQueen, Örümcek Adam, Süperman, X-Men, Ben10, Barbie gibi karakterden başlıyor.
Efsanevi Lego firması bile bu trendi görmüş olmalı ki, uzun süredir bu tip karakterlerin oyuncağından video oyunlarına kadar ürün çıkarmakta.

Dünyada her saniye ortalama iki adet Barbie bebek satıldığını biliyor muydunuz?
Bu yaklaşık yıllık 1.5 milyar dolarlık satış demek!
Bu durum biz büyüdükçe de devam ediyor. Kendimiz için hayal ettiğimiz gelecek neyse bunları ünlülere yakıştırıp, onlarla beslenmeye çalışıyoruz.
Eğer ermiş bir budist rahip değilseniz, arzulanan zengin olmak, çekici olmak, takdir edilir olmak ve sevilir olmak... Bunları yakıştırdığımız insanlara gıpta edip onlar gibi yaşamak, onların kullandıklarını kullanmak istiyoruz.
Bir çok kişi ünlülerin reklamlardaki önemini biliyor. Ancak pazarlamacılar ve tüketiciler bunun nasıl işlediğini biliyor mu?
Geleneksel tüketici araştırmaları tüketicilerin %80’ini ünlülerden etkilenmediğini ve ürün alırken kararlarını etkilemediğini beyan ediyor.
Zihinsel Pazarlama (Neuro Marketing), bilinen gerçekleri ispatlıyor.
Ünlüler reklamlarda yer aldığında hem hatırlanma oranları artıyor, hem de verilen mesajın gücü sağlamlaşıyor.
Nike reklamında Rafael Nadal veya Arda görüldüğünde genellikle “bilinçsiz” bir şekilde o reklamdan daha çok etkileniyoruz.
Hollanda’da yapılan araştırmada 24 kadına 40 adet ünlü ve tanınmamış mankenlerin giydiği kıyafetler gösterilmiş. Ünlülerin kıyafetlerine baktıkları zaman deneylerin beynindeki orbitofrontal cortex’de aktivite gözlenmiş. Bu bölge sevgi, düşkünlük duyguları ile aktive olan bölge...
Sonuç olarak bilinçaltı seviyesinde bu hayran olduğumuz kişilerin kullandıkları ürünleri kullanırsak bu kişilerin küçük bir parçası da olsa onlara benzediğimize ikna oluyoruz.
Hele bir de bu paparazilerin yakaladığı sözüm ona günlük hayatlarından görüntüler olursa...
Bir tüketiciyi meşhur veya krallar gibi hissettirmek özellikle turizm, finans ve oyun sektörlerinde oldukça yaygın.
THY’nın küresel reklamlarında Kevin Costner ile çektiği reklam filmi ve mesajı: “Feel Like a Star” (Kendinizi bir Yıldız gibi Hissedin!)
American Express, sizin farklı ve ayrıcalıklı olduğunuz imajını kullanmak için Robert de Niro, Jerry Seindfeld gibi kişilikleri kullanıyor.
Hem uzman, hem de tanınmış kişilerin reklamlarda kullanılması da artmış durumda.
Ünlü doktorlar nasıl meşhur olabileceğinize dair güzellik ürünler önermesi, diyetinizi ve sporunuzu belirlemesi bir taşla iki kuş!
Ürünlerin alt markalarında doğrudan o kişinin ismini kullanmakta da başka bir strateji. Ürün gamı yeterince zengin olan firmalar bunu deniyor.
Bu kategorideki dünyanın en çok satan parfümün ismini biliyor musunuz? “Elizabeths  Taylor’s White Diamonds” – 1 milyar dolarlık bir satış rekoru var.
Kendisinin bu konuyu devamlı olarak da kullanmadığı da bir diğer gerçek.
Daha önceki yazılarda “çok fazla seçeneğin” insan zihnini ürküttüğünü görmüştük.
Martin Lindstrom’un çikolata kutuları ile yaptığı deneyde insanların 6 seçenekli kutuyu, 30 seçenekli olana tercih ettiğini ispatlamakta.
Bunun temel sebeplerinden biri, yanlış tercih yapmama isteği. Keşke biri bize öneride bulunsaydı, hem de ünlü ve uzman biri olsaydı ne güzel olurdu!
2009 yılında Atlanta’da yapılan beyin taramalarının sonucunda uzman kişilerin görüşü alan kişilerin beyinlerinde karar verme ile ilgili kısmın neredeyse hiç aktif hale gelmediği saptanmış. Kararı uzman kişiye bırakmış  ve zihin bir sorumluluktan kurtulmuş. Bilinçaltı seviyesinde olsa bile...
Bu yazıyı tamamlayacağım günün sabahında marketten şampuan aldım. Evde yerleştirirken farkettim ki üzerinde ünlü futbolcu Cristiano Ronaldo’nun resmi var! Hiç farketmemişim.
Yoksa bilinçaltım farketmiş mi?

3 Eylül 2012 Pazartesi

Sakız Çiğne, Akıllı Ol!



Şu anda Daha Akıllı olmak ister misiniz? Hemen bir sakız atın ağzınıza! 
St. Lawrence Üniversitesinin beyin araştırmasına göre zihinsel gücünüzü 15-20 dakikalığına da olsa sakız çiğneyerek artırabilirsiniz. Sonrasında sakızı atıp atmasanız da zihinsel açıdan bir fark kalmıyor. 
Hemen aklınıza sakızdaki “şeker” den dolayı bir ekti oluşacağı fikri gelmiş olabilir. 
Bunun için araştırmacılar deneyi şekersiz sakızlar ile de yapmışlar, merak etmeyin.

Bu kısa canlanma çiğneme ile beyinde uyarıdan kaynaklanıyor.
Bir süre sonra, büyük bir tezat oluşuyor; canlanma ile gelişen yeni düşünceler beyin enerjisini kullanmaya başladıkça, vücud bu sefer hem düşünüp, hem de çiğnemeyi zor bulmaya başlıyor.

Bu kısa süreli aracınızı nitrojen ile hızlandırmaya benziyor, nitrojen bittiğinde araba yine mevcut performansına dönüyor!