31 Ekim 2012 Çarşamba

Rebellion



“Gerçek acı veriyorsa yalan öldürür.” [Rebellion Filminden]

Halen dünyamızda koloniler mevcut; bunlardan biri Yeni Kaledonya (New Caledonia).
Fransa kolonisi olan bu ada, Fransa’dan 19 bin km uzakta, nüfusu 250,000 ve yüzölçümü Antalya ilimizden biraz daha küçük. Çift bayrağı olan bir ülke. 




Amblemi ise çok hoş ve anlamlı; insan, deniz, ağaç, tekne ve midye. İnsanın doğaya karşı minnetini ve uyumunu gösteriyor.

Filmi konu olay, 1988’de Ouvéa Mağarasında Fransız rehinlerin alınması ile başlıyor. Basit bir rehin alma operasyonunu sukünet ile halletmeye çalışan Yüzbaşı Philippe Legorjus, anlıyor ki, çok kısa bir süre sonra yapılacak başkanlık seçimlerinde François Mitterrand’ı tekrar seçtikmek kullanılmak üzere bir malzeme haline gelmiş. Bu sebeple, arabulucuk görüşleri kesilip ne olursa olsun olayı bir güç gösterisi haline kasten sokulur. 3 gün sonra Mitterrand %54 gibi oyla Chirac’i (%46) geçer ve ikinci kez seçilir. Korkunun  her dönem politikanın en gözde bebeği olduğunu bu filmde de görüyoruz. İşte Yüzbaşı Philippe:



Yönetmek Mathieu Kassovitz Rebellion filmini ise hem yazdı, hem yönetti, hem de oynadı. 
Mathieu, Maurice G. Dantec’in romanından esinlenerek senaryosunu yazdığı  Babylon AD filmindeki yönetmelik başarısının yanısıra oyuncu olarak da dikkatleri çekiyor. İlk defa Amelie filminden hatırlayacağınız Mathieu, yakın zamanda Hayatımın Kadını filminde rol aldı.

Rebellion filminin hemen başındaki söz ilginç:
“Hiç bir ordu gerillalara karşı bir zafer kazanamadı.”
Tarih bunlara şahitlik ederken, filmdeki nedenlerden ötürü bazı oyunlar tekrar tekrar sahneleniyor.

30 Ekim 2012 Salı

Hızlı bir Şekilde Yabancı Dil Öğrenmek Beynimizi Geliştiriyor mu?



13-aylık programın ardından yapın beyin taramalarına göre cevap olumlu.

İsveç Askeri Mütercim Akademesinde yapılan araştırmada 13 ayda adaylar akıcı şekilde konuşacak kadar yoğun bir dil eğitiminden geçmişler. Adaylar ‘kontrol grubu’ olarak yine aynı tempoda çalışan ama dil öğrenmeyen üniversite öğrencileri kullanıyorlar. 

Her iki grup da her 3 ayda bir MRI beyin taramasından geçiyor.
Kontrol grubunda bir fark olmazken, dil öğrenen grubun beyinlerinin belli bölgelerinde gelişimler gözlendi. 
Bu gelişim özellikle “hippocampus” denilen bölgede gerçekleşti.
Bu bölge, öğrenme ve navigasyon sırasında kullanılan bölge. 

Ayrıca cerebral cortex denilen kısımda da gelişmeler olduğuna dair kanıtlar var.

Lund Üniversite’nden Johan Martensson’un yorumu şu şekilde:  "Öğrencilerin perfomanslarına paralel olarak beyindeki gelişmelerde değişim gösteriyor. Bu çok şaşırtıcı. Ayrıca daha önceki araştırmalarımıza göre çok dil bilen kimselerde alzheimer hastalığı daha ileriki yaşlarda gözüküyor. Şu kesin ki, dil öğrenmek zihnimiz için iyi bir antreman." 

28 Ekim 2012 Pazar

Hayatımın Kararı


“Dünya soruysa, sen cevapsın.” 
Hayatımın Kararı filminden zihinlere kazınacak en çarpıcı söz.

Nic Balthazar’ın yönetmenliğini yapmış olduğu film, Mario Verstraete’nin gerçek yaşam hikayesini konu alıyor. Mario, aşık olduğu kızın peşinden koşmaz. Başka biriyle bir evlilik yapar, bir erkek çocukları da olur ama sonunda boşanırlar. Beker bir gazeteci olmuştur artık. Mario’nun hayatı MS (multiple sclerosis) hastalığına yakalandığını öğrenince tamamen değişir.

28 Mayıs 2002’de Belçika’da Ötanazi Kanunu kabul edildi. Bu kanuna göre bir kişi yaşamını, yaşamlarının dayanılamayacak durumda olarak algılanması sebebiyle, acısız veya çok az acıtan bir ölümcül enjeksiyon yaparak, yüksek dozda ilaç vererek sonlandırılabiliyor. (Kaynak: Vikipedia)

Bu kanunu Belçika’da ilk kullanan Mario, 39 yaşında hayatına son verdirtir. Aşağıdaki Mario son zamanlarında çekilen bir fotoğrafı...

Bu kanun Türkiye’de geçerli değil. 
Bu kanun, en temel soruyu akla getiriyor: 
İnsan ne olursa olsun kendi hayatını sona erdirme hakkına sahip midir?

İslam dinine göre, geçici bir hayat olarak tanımlanan dünya hayatından ebedi hayata geçiş ancak Allah’ın takdirinde. Kendi canına kıymak günah.

Kuantum Düşünce tarzına göre ise başımıza gelen her olayı biz yaratıyoruz ve her olayda bize bir ders, bir fırsat var. Eğer biz bu dönüşümü gerçekleştirmezsek benzer olaylar devamlı başımıza gelmeye devam ediyor.
Derin Nefes Al Neşeyle Kal kitabının yazarı Judith Kravitz, nefes tekniği ile kanserini iyileştirmiş biri ve hayatı daha sonrasında muazzam güzelliklerle devam etmiş. Bunun gibi başına ağır olaylar gelip, daha sonra harika bir şekilde değişmiş insanlar var...


Her ne kadar bu şekilde düşünsek de Evren’in nasıl planlar kurduğunu, nasıl işlediğini anlamak çok zor. Ancak konu onu anlamak mı? Yoksa ona göre yaşayıp, ona güvenmek mi?

24 Ekim 2012 Çarşamba

300 Spartalı


300 Spartalı’nın kahramanlık hikayesi Zack Snyder yönetmenliği ile müthiş bir görsel şölene dönüşmüş. Filmin müzikleri sizi havaya sokmaya, filmle bütünleşmenizi sağlıyor. Zack Synder Sucker Punch’da da sıradışı görselliği müziklerle birleştirmeyi başarmıştı.
Şimdilerde ise Christopher Nolan ile son Superman filmi olacak ‘Men of Steel’ da çalışıyorlar. 

Gelelim filmin konusuna... Dönemin en büyük ve deşhet saçan Pers İmparatorluğu Horasan’dan Mısır’a, Anadolu’dan Trakya’ya kadar topraklarını genişletmiş, gözünü Yunan Aşiretlerine dikmiş. 

Sparta Kralı Leonidas (Gerard Butler), 300 ‘mesleği’ Savaşçı olan Spartalı’yı alıp dar bir geçit olan Thermopylae’de dev Pers ordusunu ölüme dek savaşarak ağır kayıplar verdirerek özgürlüklerini Pers İmparatoru Xerxes tekliflerine tercih ederler.Bu fedakarlık, daha sonra Pers’lerin yenilgisine sebep olacaktır.

Kraliçe Gorgo’yu canlandıran Lena Headey güzelliğinin yanında rolü icabı Sparta’lıların kadınlara verdiği önemi sergiliyor. Lena Headey’i Terminator: The Sarah Connor Chronicles dizisinde Sarah Connor’dan hatırlarsınız.

Prometheus, A Dangerous Method, X-Men: First Class, Jane Eyre filmlerindeki önemli rollerde oynayan Michael Fassbender filmde diğer dikkat çekici oyunculardan.

300: Rise of an Empire yeni film 2013’de yolda...

22 Ekim 2012 Pazartesi

Bernie



Bernie kasabanın en nazik insanıdır. Cenaze levazımcılığı gibi ilginç bir işi bile sanat haline getirmiştir. Yakınlarını kaybedenlere karşı son derece duyarlı ve hassastır. Hatta cenaze töreninden sonra bile hediyeler alarak bu kişileri ziyaret ederek onların durumlarını iyi hale getirmek için elinden geleni yapmaktadır. Onu anlatanlardan bir tek kötü bir söz işitmek mümkün değildir. Anlatanların tabiriyle Bernie her şeyi daha iyi ve daha güzel hale getirmektedir. Tüm bu nezaket onu kısa zamanda kasabanın en popüler adamı haline getirir.

"Vermenin almaktan daha iyi olduğuna inanırdı."
Tüm bu nezaketin yanı sıra, Bernie tek başına yaşamaktadır. Kadınlara karşı özel bir ilgisi de yok gibidir. Herkese veren bu kişiliğinin zıddı olan bir aksi ve zalim bir kadınla (Margy) tanışır. Kocası vefat eden bu yaşlı kadın kendi ailesi ile bile görüşmüyordu. Bernie hiç bir insana karşı farklı davranmadığı için Margy'ye de aynı ilgiyi gösteriyordu. Margy, başlarda tuhaf bulsa da, onun taleplerine hayır diyemeyen bu adamı özel asistanı olarak kullanmaya başlar. Artık aynı evde yaşarlar. Margy'nin çok fazla parası olduğu için, belki bu geziler Bernie'nin de hoşuna gider. 

Oysa zamanla Margy, Bernie'nin tüm sınırlarını işgal eder. Bernie'nin kendisi yok gibidir. Sınırları yok gibidir... Bu sağlıksız ilişki bir süre sonra Bernie’yi çok fazla zorlar. Bir gün Margy'yi arkasından vurarak öldürür. Kendisi bile yaptığına inanamaz; sanki içindeki bambaşka bir kişilik ortaya çıkmıştır. 

Tüm kasaba dehşete düşer. Nasıl olur da Bernie gibi nazik, kibar ve iyilik meleği bir insan böyle bir şey yapar? Tüm o bastırılan ve ortaya çıkmayan öfke, bir anda yüzeye çıkmıştır. Bernie'nin geçmişi filmde anlatılmıyor. Ancak bu gerçek hikayenin ve karakterlerin bilgilerine ulaşmak çok da zor değil: Bernie'nin babası 1926 yılında Rusya'dan göç ederek Amerika'ya yerleşmiştir. Göç aile dinamiklerinde çok önemli bir travmadır. Amerika'da doğan Bernie, çocuk yaşlarda annesini kaybeder. Babası yeniden evlenir ve bir süre sonra o da vefat eder. Bernie henüz 15 yaşındadır. Yıllar sonra anlaşılacağı gibi Bernie, çocukken cinsel tacize maruz kalmıştır.

Tüm bu gelişmeler onun anne ve babasından doğru düzgün bir sevgi almasına engel olmuştur. Tüm bu acılar dayanılmaz olduğu için Bernie bir tarafını acılara kapatıp, diğer tarafta Hayatta Kalan Parça diyebileceğimiz kibar, nazik ve dost canlısı bir yön geliştirmiştir. Böylece insanlar onu sever, aralarına alır, o da ilgi görür ve hayatta kalır. Oysa derinde ifade edilmemiş öfke derinde bekler; tetiklenecek güne kadar.



Elbette tüm nezaket ve derin şefkat bu şekilde olmak zorunda değil. Nezaketin ardında yatan; onaylanma, sevilme, takdir edilme, ait hissetme ihtiyaçlarının üzerinden geçilirse, ortada hiç bir şeye ihtiyacı olmayan kalır. Egoyu oluşturan tüm kişilik parçaları eridiğinde, zihinde oluşmayan tek bir şey kalır geriye: Sevgi 

İnsan zihninden özgürleştiğinde ikilik biter, içten gelen bir merhamet ve şefkat ortaya çıkar. Almak ve vermek doğal hale gelir. Sadece diğer insanlara değil, doğaya ve doğadan yaşayan her canlıya karşı bir nezaket doğar... 

20 Ekim 2012 Cumartesi

Başka Bir Kadın


:
Eğer benim gibi orta yaşlardaysanız, 35-45 arasında bir yerlerde, hiç gençlik halinizde nasıl düşündünüzü, nasıl hissettiğinizi hatırlıyor musunuz? Merak ediyor musunuz? Yetişkinliğe yeni adım attığınız o dönemdeki değerleriniz, hevesiniz, inançlarınız duruyor mu? Yoksa şimdi daha da mı iyi? Yirmili yaşınızdaki haliniz sizinle karşılaşsa nasıl bir diyalog geçerdi aranızda? O halinizle şu andaki hayatınızı değerlendirmek ister miydiniz?

Başka bir Kadın filminde Marie karakteri yeni işe girmiş, sevgilisi ile beraber ilişkinin başlarındayken, birden 15 yıl sonraya atlar ve aradaki bir anısını hatırlamaz. İş hayatındaki hırsı ve değerlerindeki değişiklikten dolayı evliliği de boşanma noktasındadır. Film Marie’nin kendini bulmak adına verdiği mücadeleyi anlatıyor. Geç de olsa farkındalığını bularak, aksiyona geçen Marie’nin hikayesi ilham verici.


Film Frederique Deghelt’in romanından beyaz perdeye aktarılmış.
Marie’yi rolünü canlandıran Juliette Binoche bu aralar son iki seneden altı filmde rol aldı. Elles sırada bekleyen ikinci film. Münih ve Amelie filmlerinden hatırlayacağınız Mathieu Kassovitz de başarılı bir performans sergilemiş.


Oyuncu olarak tanıdığımız Slyvie Testud’un ilk uzun metrajlı bir filmde yönetmeklik deneyimi. Aynı zamanda senaryonun yazılımında da katkıda bulunmuş.

17 Ekim 2012 Çarşamba

Abraham Lincoln: Vampire Hunter



“Tarih insanları, efsanelere yeğ tutar.
Soyluluğu, barbarlığa tercih eder.
Göklere yükselen nutukları, sessiz eylemlere tercih eder.
Tarih savaşları hatırlar, akan kanı unutur.
Tarih beni her ne olarak hatırlayacak olursa olsun sonuçta gerçeğin sadece bir kesri olarak hatırlayacak.
Her ne kadar bir eş, bir avukat, bir başkan olmuş olursam olayım kendimi hep karanlıkta savaşan biri olarak görmüşümdür.”
[Abraham Lincoln]

Son zamanlarda fazlaca popüler olan Vampir filimlerinden biridir diye önyargısınız varsa kesinlikle yanılıyorsunuz...

Yapımcı "Tim Burton" ve yönetmen "Timur Bekmambetov" isimlerini gördürdüğümde bu filmi merakla beklemeye başlamıştım.
Filmin başında ve sonunda yer alan Lincoln’un sözleri çok çarpıcı.


Filmde Cumhuriyetçi partinin ilk başkanı ve köleliği bitiren önemli şahşiyeti olan Abraham Lincoln’un mücadeleci kişiliği bir Vampir Avcısı olarak kurgulanmış.
Wanted filminden haturlayacağımız Kazak asıllı Rus yönetmen yine muazzam aksiyon sahnelerine imzasını atmış.
Başrol oyuncusu Benjamin Walker’ı fiziğini ve tarzını Liam Neeson’a benzetiyorum. Lakin Kinsey filminde yetişkin Kinsey’ı Liam Neeson canlandırıken, 19 yaşındaki halinde Benjamin Walker görev almış. 
Walker 1.93 boyunda olan Lincoln rolü ile kariyeri önemli bir basamağa çıkmış.

Abraham Lincoln Amerika tarhinin en iyi başkanlarında biri olarak kabul ediliyor. İç savaşı başarı ile yöneten Lincoln önemli bir lider ve hatip.

Adil, Mücadeleci ve Savaşın her anında bile not tutmayı ihmal etmeyen biri... 
Ilginç bir şekilde dört oğlundan sadece bir tanesi yetişkin olabiliyor. Diğer çocukları, 4, 12 ve 18 yaşlarında vefat ediyor. Kendisi ise 56 yaşında bir suikaste kurban oluyor.

Filmde yakalayabileceğinin ilginç felsefeler de mevcut: “Güç nefretten değil, gerçekten gelir.”


Abraham Lincoln’den seçtiğim sözler:
“Hemen herkes sıkıntıya göğüs gerebilir ama insanın asıl karakteri eline kuvvet geçtiğinde ortaya çıkar.”
“Okulda hata yapmanın,hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona (oğlunun öğretmenine).”
“Hiçbir şeyden asla vazgeçme çünkü vazgeçenler yalnızca kaybedenlerdir.”
“Eğer bir ağacı kesmek için bir saatim olsaydı, ilk kırkbeş dakikada sadece baltamı bilerdim.”
“Eğer karşınızdaki kişiye, bütün kalbin ve yeteneklerinle yardım etmeyi kabul edebiliyorsan, işte o zaman onu eleştirebilirsin. Bu olumlu eleştiridir.”
“Bana okuduğum kitapların en güzelinin hangisi olduğunu sorarsanız söyleyeyim; annemdir.”

16 Ekim 2012 Salı

Diet Meşrubatlar: Beyninizdeki Etkisi ve Bel Ölçünüz


Diet meşrubatlar kilo vermenizi sağlıyor mu?

Bu yapay olarak şekerlendirilen içeçekler aslında beyninizi ödül merkezinin kafasını mı karıştırıyor? Physiology & Behavior dergisinin son araştırmasında, hayat tarzımızındaki tercihlerin beynimizi nasıl değiştirdiğine dair bir örnekle karşılaşıyoruz; olumlu veya olumsuz...

Diet meşrubat içenlerin Beyin Taraması

San Diego Universitesi 24 genç yetişkin ile bir araştırma yapmış: grubun yarısı günde en az bir diet meşrubat içenler, diğer yarısı ise yapay tatlandırıcılara karşı bir grupmuş. Bilim adamları saf su ile dönüşümlü olarak tatlandırılmış içeçekleri deneklere verip, Beyin taramaları sonucunda gözler önüne serilen bulgulara bakmışlar.

Sonuç: Diet kullanıcılarının kaudat çekirdekdeki (Caudat Nucleus) aktivatisyonları azalmış.

Bu bölge ödül ve besin alımını kontrolden sorumlu.
Bu bulgular diet ürünlerle obezite arasındaki bağlantı hakkında nasıl bir öngörü verebilir?

Yapay Tatlandırıcılar Ödül Konusunda Kafamızı mı Karıştırıyor?

Çıkan sonuçlara göre, araştırmacılar öngörüsü diet ürünlerin tüketimi ödül merkezi kaudat çekirdeğinin kafasını kaşırtırıyor. Vücud tatlı maddeler alıyor ama kalori olmuyor. Bu sebeple artık şeker beyin için anlamlı bir uyarıcı olmamaya başlıyor. beyin kendini tatlıya karşı kayıtsız kalmayı öğreniyor. 
Güvenilmeyen tahminleri olan diet kullanıcıları daha sonraki tüketimlerinde normalden fazla kalori alma eğilimde oluyorlar.


Basit Tercihler Beynimizi Etkiliyor mu?

Bu çalışmalar şu an için kati deliller vermiyor; sadece beyin aktivitelerine bakarak Diet içeçekler hayat tarzımızı ve sağlığımızı etkiliyor demek için henüz erken. 
Ancak son dönemde karşımıza çıkan “Neuroplasticity” kavramı yaşımızdan bağımsız olarak beynin değişebildiğini, ve nöron ileşiminde yeni yollar bularak bizim için çözümler bulduğu kanıtlandı.Bu sayede öğrenebiliyor, iyileşebiliyor, beyindeki küçük hasarlar karşısında yeni yollar bulunabiliyor. Dolayısıyla yaşam tarzımız beynimizde yeni yollar açılmasını sağkayabiliyor.
Bu sebeple beynimize karmaşık mesajlar gönderen yapay maddeler yerine zihnimizi olumlu yönde geliştirebilecek olumlu faaliyetler öneriyor uzmanlar. 

15 Ekim 2012 Pazartesi

Beynimiz Gelişebiliyor mu?




Her ne kadar Beynin Eski, Orta ve Yeni Beyin gibi genel yapısı ilk insan ile aynı özellikleri gösterse de, yaşımızdan bağımsız olarak değişebildiğini, ve nöron ileşiminde yeni yollar bularak bizim için çözümler bulduğu kanıtlandı.

Bu da temel beyin her yaşta işlemlerinin tekrardan adaptasyonun mümkün olduğunu gösteriyor. Bu sayede öğrenebiliyor, iyileşebiliyor, beyindeki küçük hasarlar karşısında yeni yollar bulunabiliyor.

Bu yeni dala "Neuroplasticity" adı veriliyor. 

İşte bu konu ile ilgili çarpıcı bir video:



10 Ekim 2012 Çarşamba

Büyü Dükkanı



Geçenlerde bir yazarın, laf arasında ‘yaz kitabı’ söylemini eleştirdiğini okumuştum. 
Sahi nedir bu yaz kitabı? Açık renk mi? Hafif mi? İçeriği eğlendirici mi? 
Pazar Sabahı Filmi gibi bir kavram mı? Sanırım yazın hafif giyindiğimiz için kalın bir kitap çok yakışmayacak. Hem plajda okurken elimizde ergonomik bir kitap olmalı...
İşte tam bu tanıma uygun bir kitap aldım elime; Büyü Dükkanı!



Kendisi yaklaşık 130 sayfa, tam yaz kitabı tanımına uyuyor. Kendisi hafif ama içeriği çok derin... Bunun yanısıra kolay okunur bir dili var. Yazarı Yeşim Tüzköz, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nden 1985 yılında mezun olmuş ve psikodrama konusunda uzmanlaşmış biri.

Bu kitabı okurken de üstadımız Yasemin Sungur’un söylediği bir cümle geliyor aklıma; kişisel gelişim için sadece kişisel gelişim kitaplarının yetersiz olduğu. 
Özellikle romanlardaki gerçek hikayelerden alıncak dersler bize en önemlli gelişim mesajlarını içermektedir. 

“Büyü Dükkanı” insanların dünyada istekleri şeyler karşısında yapacakları fedakarlıkların pazarlık konusu olduğu bir dükkanı konu alıyor. Her müşterinin aslında “farkındalığını” artıran, hangi taleplerin karşılığında nelerden mahrum kalacağını gösteren çok ilginç küçük hikayeler mevcut.

İşte kendimize alabileceğimiz belli mesajlar:

*Korkularımız

Korkusuz olmakla cesaretli olmak arasındaki ince çizgi vardır. Korku olmadan tedbirsiz davranabilirsiniz veya yanlış kararlar verebilirsiniz. Ancak cesaretle doğru ve tedbirli adımları atabilirsiniz. Korkumuzu cesaret ile birleştirip aksiyona geçebiliriz; ne çok rahat, ne de çok tedirgin olmak iyidir.

*Ne Arıyoruz?
İstediklerimizi iyice bir düşüyor muyuz? Farkında mıyız ne istediğimizin? Ne hayal ettiğimizin? Çok para, mutsuzluk mu getirir? Şöhret, yanlızlık mı? Sevmek mi istiyoruz, sevilmek mi? Zevk, tutku, huzurumuzu bozar mı? Kendimizi gözlemlemeliyiz.

*Mutluluk
“Mutluluğu bir kibritin alevine benzetmişti. ‘Ya esen rüzgar söndürür, ya siz üflersiniz, ya da sonuna kadar yanıp, kendiliğinden söner’ dediğini hatırlatıyorum. Kibritin alevi eninde sonunda söner ama başka bir kibrit yakma şansınız daima vardır.”

*Yaşam Sevinci
Asıl sevinç varolmak... Bu dünyada, bu anda; her anın tek ve benzersiz olduğunu bilmek... Anda olmak ile gününü gün etmek arasındaki ince çizgi. Geçmişten ders alıp, geleceğe dair tedbirler alıp, hayal kurarken anda kalıp bunu derinlemesine yaşabilmek yaşam sevinci. Elimizde olan tek şey “An”, ne geçmiş ne de gelecek ama hep elimizde olmayanlara mı ilgi duyuyoruz? 

*Sağduyu
Her zaman huzurlu olmak mümkün mü? Sağduyumuzu huzursuz olunca kaybeder miyiz?
Sağduyu ve huzur biraz yumurta tavuk hikayesi gibi... Tamamen huzursuz bir kişide sağduyu olması mümkün değil ancak, bazı anlarda kaçan huzurunuzu sağduyunuz ile geri getirebilirsiniz. Sabırlı ve sağduylu düşününce huzura kavuşabilirsiniz.

*Tecrübe
“Bu iş araba kullanmak gibiydi. Ustalaştıkça daha dikkatli olmanız gerekiyordu.“
Ne zaman biri ben oldum dese, bir hata yapma ihtimali artar. Tecrübe mutlaka önemli ancak, ustalaştıkça daha dikkatli olmak gerekir. 

*Şöhret
Önemli olan bir eser meydana getirmek midir? Yoksa tanınmak mıdır? Bu kitabın yazarını tanımam benim açımdan ne değiştirir? Veya onun açısından?
“Bu heykeli kimin yaptığını ikimiz de bilmiyoruz ama saygı duyuyoruz.”

*İçimizdeki Çocuk
Bunu asla öldürmeyin, çocuklara yakın olup, oyunlar oynamaya, yaratıcılığımızı beslemeye ihtiyacımız var. 

Son olarak, kitapda kullanılan Konfüçyüs’ün bir sözünü paylaşmak istiyorum:

“Bir insanın akıllı davranması için üç yol vardır: Birincisi iyi düşünmektir. Bu en soylusudur. İkincisi, taklit etmektir. Bu en kolay yoldur. Üçüncüsü, denemiş olmaktır. Bu en acısıdır.” 

8 Ekim 2012 Pazartesi

Peace, Love, & Misunderstanding



Hayatdolu ve ilham verici bir film.

Filmin türkçesi "Barış, Sevgi ve Yanlış Anlamalar"
Barış ve sevgi olsa da, sağlıklı iletişimin önemi üzerine film, önyargısız, varsayımsız iletişim ve tabii ki aklımıza şu sorular geliyor filmi izlerken?

İlişkilerimiz bir savaş mı? Savaş olması için taraflar olması, kazanan ve kaybeden olmalı... ilişkilerimiz yenen ve yenilen, baskın ve ezilen ile mi ilgili?


Üç nesil bir arada olan hikayede özellikl anne-kız ilişkisi çok çarpıcı; anne doğa, sevgi ve barış odaklı, cinselliği özgürce yaşayan bir hippi; kız buna tepkisel olarak büyüyen, son derece rasyonel, ciddi, düzenli olan bir avukat...

Filmde müthiş replikler var:
"Bazen sanat hayat gibidir, doğru yola gitmediğini, nereye gittiği tam olarak bilmediğini düşünebilirsin. Ve bunu kabul etmek zorundasın çünkü dönüşüm o sırada gerçekleşecektir."
Bu cümleden sonra, anneanne yaptığı kalp heykelinin son haline karar verir; Kalbin bir tarafı gözyaşı, diğer tarafı uçmaya hazırlanan bir çift kanat...

Hele bir de şu cümleden sonra yüzünüze bir darbe almış gibi oluyorsunuz.
"Çocuklar için ebeveynlerinin insan olduğunu kabul etmek zordur. Herkes gibi, kusurlu oldukları yanlar vardır."

Son olarak ana temalar biri de yaşamımızda kendimize yüklediğimiz sorumluluklar ve yükler... Fimlde yükler bağladığımız kum torbaları ile benzetme yapılarak anlatılmış.
Uçmayan balonlar değil, onlara bağladığımız ağırlık torbaları, bırakın balonları uçsun!

Filmin kadosu ise popüler olmasa da çok usta oyunculardan kurulu.
Hippi anne Grace rolünde Jane Fonda, yetmiş yaşındaki güzelliği ve performansı ile kendine hayran oluyorsunuz. 1989'dan sonra 2005 yılında sinema dönen Fonda, özellikle Georgia Rule fimlinde de benzer bir  rolde keyif veriyor.
Diane rolündeki Catherine Keener ilk defa Being John Malkovich filminde dikkatimi çekti; ilginç bir tarzı olan Keener'ı 8MM ve S1m0ne gibi filmlerden hatırlayabilirsiniz.

Evin kızı Zoe karakterini canlandıran yirmiüç yaşındaki Elizabeth Olsen geleceğin Scarlett Johansson'u olma yolunda ilerliyor. Bundan sonraki filmi Red Light'da daha az rolü olmasına rağmen Robert de Niro ile aynı seti paylaştı Elizabeth.


Ebeveyn olmak zor, ama anneanne/dede ile çocukların arasında ilişki çok entresan ve büyülü... Bu ilişkinin kurulmasına izin vermek, onları yanlız bırakabilmek çok önemli...



3 Ekim 2012 Çarşamba

Psikolojik Cüceler


Cüce deyince aklıma bir tek Pamuk Prenses'in Yedi Cücesi aklıma gelirdi. Bir de sonradan öğrendiğim ve çok ilgimi çeken Beyaz Cüce Yıldızlar... 

Tanrılar Okulu'nda Stefano D'Anna'nın cücelerden kastı, Var'lıkla, özüyle bağlantısı kopmuş, sadece yokolmaktan korkmuş egolarıyla hareket eden insanoğlu olmalı...

Bu durum insanlığı öyle ele geçirmiş ki, iki uçta yaşıyor insanlar; ya etrafındaki herşeyi suçluyorlar, ya da sonuna kadar kendilerini.

Daha vahim olan kısmı ceviz kabuğunu doldurmayacak meselelerle (futbol, dedikodular, ev, araba, kıyafet, iphone kılıfı, dış güzellik) o kadar meşgül ki, yalan bir dünyayı yaşarken bile aslında yaşamının iyi olduğunu düşenebilecek bir cahillik seviyesine ulaşabilir.

Farkındalıkdalık uzak, küçük cüceler gibi söylenip, didişip düzeysiz bir yaşam sürerken bir Yazar Aslı Perker'in Sufle kitabının bir yerinde yazdığı "her zaman bir sonraki adımını göremeyecek kadar umut dolu olmuştu" cümlesini hatırlatan ancak bir uyuşturucunun vereceği bir iyimserlik içindedirler.


D'Anna satırları:

"İnsanlar, küçük psikolojik cüceler haline geldiler... Hatta böcekten bile küçük. Kuyruklarını bacaklarının arasına kıstırarak dünya üzerinde dolaşıyor, bir tür suçluluk duygusu besliyor ve korkuyorlar.

İnsan bir kez bu alçalma düzeyine indiğinde, ihanet etmekten, suçlamaktan, yakınmaktan, kendine acımaktan ve yalan söylemekten, özellikle de, yaşadığı sorunun önemsiz, takıldığı ayrıntıların değersiz, arada bir karşılaştığı sorunların ufak tefek ya da anlık terslikler olmasının dışında yaşantısının aslında mükemmel olduğuna inanarak kendine yalan söylemekten başka bir şey yapamaz hale gelmiştir.


Dünya senin çiğnediğin bir sakız parçasıdır; dişlerinin biçimini alır."
[Tanrılar Okulu]