29 Haziran 2013 Cumartesi

Rolünüzden Memnun musun?


Hayatta ilerlerken kalıcı veya geçici rollerimiz vardır. Hayat boyu anne ve babamızın evladı olmak kalıcı bir roldür, oysa bir iş yerindeki bir pozisyon geçici bir roldür. Bu roller bazen çok nettir, bazen iç içe geçmiştir. Bazen karışmıştır. Bazıları bizim kontrolümüzde, bazıları da bizden bağımsız bir şekilde bizi bulmuş gibidir... Bazen dümeni ele geçirmiş gibi, bazen de kaderimiz bizi sürüklüyor gibidir. Her şeyi ötesinde, herkese bahşedilmiş bir görev veya misyon var mıdır? İçimizde saklanmış yüreğimizin derinliklerinde bizi neler bekler? 
Carl Jung, bilinçaltının etkisini şöyle dile getirir: “Bilinçaltınızı bilinçli hale getirmedikçe, bilinçaltınız hayatınızı kontrol etmeye devam eder ve siz buna ‘kader’ dersiniz.

Bazen bir rolü öyle gönülden kabul ederiz ki, bunun bir rol olduğunu unuturuz. Kostümlere, sahneye ve düzene aşık oluruz. Bu belki de ailemizden birinden devraldığımız bir kavuktur... Belki kaderimiz deriz, belki de gurur kaynağı yaparız... Çoğu zaman tüm bunların farkında değilizdir. Birisiyle yeni tanıştığımızda, 'Ne yapıyorsun?', 'Nerelisin?' gibi sorular sorulur. “Ankara’lıyım, 39 yaşındayım, iki çocuğum var ve kendi şirketimin sahibiyim... vs.” dediğimizde, bir süre sonra bu ve buna benzer tanımlamalar ile kendimizi özdeşleşiriz. Genellikle bun tanımlamaların içeriği fiziğimiz, sahip olduklarımız, davranışlarımız, yaptığımız iş/yeteneklerimiz veya ideolojiler/inançlarımızdır. En tehlikelisi ise tüm bu tanımlamaların ötesinde gibi gözüken ve kendini daha ulvi bir yerde gösteren tanımlamadır. Gerçekten bu tanımlamaların ötesinde bunun reklamının yapılmasına ihtiyaç yoktur. 

Günün sonunda tüm rollerin kendimiz olduğuna inanmaya başlarız. Derimizin her gözeneğine kadar bu rolleri yaşarız. Zaman geçtikçe, bu duruma daha fazla alışır ve rolü farkında olmadan ustalaşırız. Bu kişiliğimiz ve yaşamımız haline gelir.

Bir gün tüm bu maskeleri çıkarsaydık ne olurdu? Senaryoyu biz yazsaydık? Oynadığımız oyun değişir miydi? Diğer karakterler etkilenir miydi? Ruhumuzdan farklı kelimeler, duygular ve ifadeler dökülür müydü?


Hayatımızda beslemek zorunda olduğumuz roller ve kimlikler olmasaydı ne olurdu? “Kendime ve hayata güveniyorum”, “Keyif aldığım işleri yapıyorum”, “Kendimi seviyor ve olduğum gibi kabul ediyorum”, “Bugün kimseyi memnun etmek zorunda değilim”, “Kimsenin beni takdir etmesine gerek yok”, “Bir ve bütünüm” gibi anlayışların içimize nüfuz ettiği hayal edin... 

Nasıl hissederdik? Değişik mi? Huzurlu mu? İlham verici mi?
Egosal hedefler olmayınca bir rahatlama gelmez mi? Hedef olmayınca gelecek kaygısı da olmaz. Endişeler olmayınca, hayat sadece yaşamaya değer anlardan oluşmaz mı? Elbette ki bazı roller gereklidir; baba, iş adamı, kadın, çocuk, öğretmen gibi... Ancak bunları yağmur yağdığında kullandığımız şemsiye misali kullandığımızda özdeşleşme gerçekleşmez...

Hayatımızda kendimizi nasıl ve nelerle tanımlıyoruz? Hangi roller bizi mutlu veya mutsuz ediyor? Hangi maskelerimizden veya senaryolardan memnun değiliz? Bu rollerden özgürleşmek için neye ihtiyacımız var? Hayatı olduğumuz gibi yaşamak için, olmak için... 

Tüm bunlar için yapılacak ilk iş; içtenlikle ve cesaretle gözlemlemektir. Kendimizi ve rollerimiz gözlemlemek... Böylece artan farkındalıkla özdeşleşmeler eriyecek ve daha büyük bir sistemin parçası olarak anlayışımız gelişecektir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder