26 Haziran 2013 Çarşamba

Zihnimiz



Çevremizdeki bazı davranışlara anlam veremiyor musunuz? Başkalarının fikirleri, davranışları bize ters mi geliyor? Öte yandan kendi fikirlerimize çok bağlı olsak da, kendi davranışlarımızı her zaman beğeniyor muyuz? Bazen hayatımızda yaptık istediklerimizi yapamazken, bazen de hiç yapmak istemediğimiz şeyleri yapar buluyoruz kendimizi hayatta...

Rene Descartes ile 'Düşünüyorum, öyleyse varım' diyen insanlık kendini düşünce ve zihni ile özdeşleştirmektedir. İnsan denilen yaratık - Sapiens,  akıllı ve mantıklıdır... Neo Korteks ile fark yaratmaktadır. Bu tarife göre akıllı ve mantıklı olan bir tür asla birbiri ile tartışmamalı, tartışsa da mantıklı bir çözüm bulmalıdır. Öyleyse tüm tarihimiz boyunca süregelen şiddet nereden geliyor? Şiddet için öncelikle iki taraf olması gerekiyor. İki taraf, iki görüş... Ve eninde sonunda bir ayrım ve bölünme... Dışarıdaki bu çatışmanın kaynağı içimizde mi? Öyleyse nerede?.. 

Yıllar sonra Nörobilimci Antonio Damasio 'Descartes'in Yanılgısı' isimli kitabında, düşünceden ziyade duygularıyla hareket eden bir beyne sahip olduğunu ispat ediyor. Duyguları ile hareket edip korteks ile akıllı bahaneler uyduran bir yapı... Fizyolojik olarak beynimizi incelediğimizde üç ana kısım karşımıza çıkar; eski beyin (sürüngen), orta beyin (limbik sistem) ve yeni beyin (mantık)…


Eski beyin - sürüngen beynimiz ve en ilkel olmasına rağmen büyük patron olan ve kendini güvende hissetmediği zaman kontrolü başka kimseye bırakmayan kısım. Orta beyin ise duygusal olan memeliler ile benzeşen kısım. Yeni beyin ise özellikle hiç bir canlıda bu kadar gelişmemiş olan Neo Korteks yani mantıklı kısım. 
Bu üç kısım sırasıyla birbirinin üzerine evrimleşen ve farklı seviyede görevleri olan, en belirgin ayırımın yapılabildiği kısımlar.

Eğer 'Sürüngen' beyin, kendini tehdit altında görürse, bu fiziksel olabilir, statü gereği olabilir, ahiret kaygısından kaynaklı olabilir, zayıf karakterli - ego kaynaklı olabilir, bağımlılıklarımızdan kopma kaynaklı olabilir, bedeni alarma geçirir ve korteksi dinlemez...



Herhangi bir 'korku', sürüngen beyni devreye sokar. Onun derdi bedeni hayatta tutmaktır.  
Geçmiş bilgi ve deneyimleri kullanarak gelecek hakkında tahminlerde bulunup tetikte olmaktır... Kendi belleğinde saklı duygu ve düşüncelerinin aksi bir durumu tehdit gibi algılayabilir. Bu sebeple genellikle herhangi bir tartışmada 'haklı olmak' eski beyin için çok önemlidir. Öte yandan kendimizi güvende hissettiğimiz zamanlarda yeni fikir ve kişilere daha açık bir hale geliriz... Duyguların merkezi Limbik Sistem de rahatlar ve ancak o zaman daha mantıklı zemin oluşturabiliriz... Zihnin tüm bu dinamiklerine baktığımızda bir davranışın tek bir merkezi olmadığı ortaya çıkıyor... 

Zihnin doğası kendi içinde çatışma içinde olması...

Nörobilimcilerin yeni bulguları daha da ilginç: Beynimiz tepkisel olarak ki buna refleks de diyebiliriz, yapılacak harekete henüz biz bilinçli olarak bilmeden emri veriyor, henüz kaslarımız hareket etmeden emri veto ederek gerçekleşmesini önleyebiliyoruz. Öyleyse önemli olan soru devreye giriyor; veto eden kim? Beynimizin başka bir parçası mı? Yoksa kalbimiz mi? Ruhumuz mu? 

Artık zihnin çelişkilerini gözlemleyebiliyoruz. Kesikli bir şekilde çalıştığının farkındayız. Çünkü her düşünce ve duygu fiziksel olarak elektrik akımından başka bir şey değil. Kullanılan ham madde ise, bellekte depolanan ve hatırlandıkça değişen bilgi ve deneyimlerimiz... Zihni gözlemleyen, devamlı olan, gerektiğinde zihnin güdülerini durduran iradeye sahip olan kim?..

Cevap zihin veya zihindeki bellekten oluşan kimliğimiz veya kimliklerimiz olmadığına göre, sorunun cevabını bulmak bizi çatışmaların ötesine götürebilir mi? Yıllar boyu beslediğimiz ve olması gerektiği kişi olmak adına çabaladığımız kimliğimizi bir kenara bıraktığımızda ayrımların sonu gelebilir mi? Ben varsa başkası olmak zorundadır. Oysa evrende hiç bir şey bağlam olmazsa tanımlanamaz... Karanlık olmazsa ışığı tanımlayamayız; sessizlik olmazsa hiç bir şarkı var olamaz... Öyleyse her şey aynı bozuk paranın farklı yüzleri gibi değil mi? Gerçekten kim olmadığımızı bulduğumuzda, tüm ayrımların, bölünmelerin, kıyaslamaların, şiddetin sonu gelmez mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder