28 Ağustos 2014 Perşembe

Heaven Is for Real


Cennet gerçekten var mı? 
Cennet varsa cehennem de var mı?
Yoksa cehennem insana has olan iyi kötü kavramı ile ortaya çıkmış bir şey mi?
Biz bağımsız bireyler miyiz yoksa bütünün bir parçası mı?
Hepimizin ruhuna Tanrıdan bir parça üflenmişse cehennem diye bir yer olabilir mi?

İnsanların çok büyük bir çoğunluğu bizi ve evreni yaratan bir sonsuz bir gücün varlığına inanıyor, bunlardan bir kısmı da cennetin varlığına...

Cennet varsa bile bu kelime ne anlama geliyor? Kavramlar kelimelere döküldüğünde kısıtlanır tanımlanmış olurlar. Dinler arasında, milletler arasında, hatta eşler arasında bile cennet kelimesi ortak kullanılsa da akıllarındaki bambaşkadır. Taoizm’de Tanrı anlamına gelen Tao kelimesi pek kullanılmaz. Tao tao değildir derler. 

Çoğu inanışa göre bu dünyadaki iyiliklerimize göre cennete gideriz veya gitmeyiz ve bu iş sonlanır. Diğer birçok inanışa göre de dünyanın üzerinde hakikate ulaşana kadar bazı seviyeler vardır, ve bu seviyelere ulaşana kadar bizler dünyaya tekrar tekrar geliriz...



Heaven Is for Real (Cennet Gerçek) filmi aynı isimli kitaptan beyaz perdeye uyarlanmış. Konusu küçük yaşta kendi tanımlarına göre cennet tecrübesi yaşayan çocuklardan (Colton Burpo) birinin gerçek hikayesi...

4 yaşındaki Colton’un babası Todd, papazdır, mütevazi bir hayat yaşamaktadırlar. Tüm zorluklara sabırla göğüs gererken bir gün oğulları Colton çok hastalanır; bir süre sonra anlaşılır ki, Colton’un apadisiti 2-3 gün önce patlamıştır. Yoğun bakım sırasında kiliseye gelen Todd’un tüm yakınları dualar ederler. Colton’un biraz da mucizevi bir şekilde olayı çok kolay atlatır. 

Sağlığına kavuşan Colton, ilginç şeyler söylemeye başlar. Kendisini ameliyat edenleri, annesinin ağladığını, babasının kilisede teke başına Tanrı’ya isyan ettiğini gördüğünü söyler. İsa’yı gördüğünü ve gittiği yerin harika bir yer olduğunu anlatır.



Başta çok fazla itibar etmezler oğlanın dediklerine... Ancak Einstein’ın kuramlarında olduğu gibi cennette zaman kavramının olmadığından bahsettiğinde ve hiç tanımadığı doğmadan ölen ablasını gördüğünü söylediğinde dikkatler Colton’un üzerine çevrilir. Babasının Tanrı’ya olan inancı yerine gelirken, CNN’de benzer bir deneyim yaşayan Akiane Kramarik’i görür. 8 Yaşında aşağıdaki İsa resmini yapmıştır. Colton bu resmi gördüğünde gördüğü kişinin o olduğunu söyler.



Doğaldır ki, filmde konu alınan kişiler Hristiyan dinine inandıkları için gördükleri kişiyi İsa zannetmiş olabilirler, belki de başkaları Hz. Muhammed’i, Budda’yı veya ak sakallı dedeyi görebilir... Önemli olan hemen kabul ve reddetmeden önce sezgilerinizle olayı değerlendirmeniz. 

Film bana 8 yaşındaki, hiçbir din eğitimi almamış oğlumun cümlesini anımsattı:
“Tanrı bizim gözlerimizle görüyor, çünkü onun bir parçası içimizde...”

19 Ağustos 2014 Salı

Basamaklardan Aşağı İnmek


Bir adam varmış, sanki mucize dolu bir ortamda doğmuş, büyümüş; aile sevgisi, hayvan sevgisi ve zamanla anladığı doğa sevgisi içinde... Bir çok arkadaşı ve bir çok sevgilisi olmuş; derler ya bir çiçekten o çiçeğe... Okul, eğitim, deneyim desen değme gitsin...
Peki, yok muymuş hiç derdi? Varmış canım, arada bir tattığı o acımsı biberler... Ancak acı biberi unutturacak bolmuş ve bonkörce harcanacak tatlılar...
Bu güvenli hayatı ispatlayacak kadar da, ince bir bedeni varmış.

Derken bir gün, adam artık kendi ayaklarının üstünde durması gerektiğini görmüş. Birden almış can simidi olan yirmi kiloyu... Lakin bununla bitmemiş, hiç de hayal ettiği gibi bir yer değilmiş burası; ne süper kahramanlar, ne romantik ilişkiler, ne de her dakika tüketilecek eğlence varmış.

Lakin, durum dışarıdan hiç de adamın hissettiği gibi görülmezmiş. Her gelen, adamın etiketlerini, maskelerini, işini, dış görünüşünü pek beğenir pek takdir edermiş. Aman canım sen de, ben abartıyorum sanırım dermiş adam da kendi kendine, eski alışkanlıklarını sürdürmeye çalışarak... Ancak ne kadar da sürdürse, dolmuyormuş içindeki boşluk.

O da vermiş kendini işine, tırmanmış basamakları tek tek; önce ufak bir firmada dikkat çekmiş, daha biraz daha büyük bir yer, daha sonra yüz kişilik bir yer... Tırmandıkça tırmanıyor, tutundukça tutunuyormuş. Ancak tüm bu çabalara rağmen, artıyormuş hayatın anlamsızlığı, arası açılıyormuş çocuk haliyle... Hatırlamakta güçlük geçer olmuş gerçekten keyif aldığı şeyleri...

Bir gün bir mesaj daha vermiş hayat ona! Bu sefer reflekslerini tutmuş adam. Bu sefer demiş, hiç bir şey yapmadan oturacağım, yutacağım bu lokmayı, hazmedeceğim, alacağım mesajı... O günden beri bir daha hiçbir zaman aynı olmamış hiç bir günü, hiç bir anı...


Hemen mi? Peri masalı değil ya bu! Zamanla olmuş ne olduysa... İnişlerle çıkışlarla...
Hayat ona yeni yeni mesajlar yollamış. Her mesajda bir yanı isyan eder olmuş; ancak içindeki sesi dinlemiş; şükretmiş, kabul etmiş, mesajı almaya çalışmış. Bazen anlamazmış mesajı... "Vardır bir hayır" deyip, aylar, belki yıllar sonra görürmüş hayrı...

İndikçe her türlü basamaktan, bırakmış başka bir maskeyi, başka bir yükü... Girmiş hayatına sevdiceği, gitmiş hayatından sevdiceği... Girmiş hayatına kitaplar, gitmiş hayatından kitaplar... Görmüş hiç bir şeyin kalıcı olmadığını... Hayatını tanımladığı deneyimlerin zaman bağımlısı olduğunu... Her deneyimin bir son kullanma tarihi olduğunu...

Artık yokmuş maskelere, etiketlere tutunmak, onların peşinden gitmek... Yavaş yavaş bırakmaya başlamış yüklerini. Hayat sadece mesaj verecek değil ya, kapılar da açmaya başlamış. Artık çok yoğun olmayan, eskiden geveze olan zihni ona imkan verir olmuş bu kapıları görmesine...

Bir bakmış daha küçük şirket, değişik insanlar, değişik bir ortam. Her ne kadar eski alışkanlıkları "Dur otur oturduğun yerde" dese de, o dinlemiyor bırakıyormuş hayatın akışına kendine. İşinin yanında sevdiklerine daha çok zaman ayırıyor, kendi keyif aldığı işler bulup bunu mevcut işine de fayda sağlar bir hale getiriyormuş. Daha sonra daha da küçük bir işte bulmuş kendini; işin ilginç tarafı basamaklardan indikçe daha huzurlu, daha sağlıklı, daha canlı hisseder olmuş kendini. Benjamin Button misali geri gider olmuş zaman onun için. Burada fark etmiş ki, artık vakit ayırmadığı tek şey kendisi... Buna da vakit ayırır olmuş, bakmış ki beklentisinin aksine çevresi de bundan dolaylı veya dolaysız her şekilde memnun...

Fark ediyor ki, şu ana kadar hayatında geleceğe yönelik tahminlerin yüzde biri bile olmamış, olması arzuladığı bazı şeyler olmuş ama hiç de onun hayal ettiği yolla gerçekleşmemiş... Geçmişe zaten pek itibar etmezmiş oldum olası... Ancak, gel gör ki tek başına değilmiş hayatta; ailesi ve yakın çevresi de etkilermiş onun psikolojisini... Çalışmış bu konular üzerinde; hayat hemen sunmuş ona yol gösterecek üstatlar, metotlar...


Anlamış ki, gerçekten elinde sadece şu an var zaman dilimi var. Gözlemlemiş zihni ne zaman gelecekle ilgili hayal kuruyor veya ne zaman geçmişe takılmış yarı çarpıtılmış hatıraları deşiyor.

Doğal olarak o da yaparmış gelecek planı; ancak ne bu plana tutunur, ne de "bir plan yaptım, hayatta değiştirmem" dermiş.

Tüm bu gelişmelerden sonra bakmış ki, bir kısım insan onunla beraber değişiyor, ilerliyor, hatta basamaklardan inerek mutluluğun, özgürlüğün basamaklarını çıkıyor... Bazıları ise biz diğer seferi bekliyoruz dercesine biraz da eleştirerek veya anlam veremeden uzaklaşıyor... Bir parça hüzün hisseder gibi olsa da saygı duyarmış herkesin kendi yoluna...

Sonra  da hatırlamış bir kitapta okuduğu satırları, ruhuna huzur gelmiş... Öyle keyifle dolmuş ki içi; o kadar yol almış... Anlamış ki asıl önemli olan yol... Yoldan keyif almayı öğrenmiş hedefi hayal etmektense...
“Irmak bizleri özgürlüğümüze kavuşturmaktan zevk alıyor, eğer kendimizi koyvermeye cesaret edebilirsek. Bizim gerçek işimiz bu yolculuktur, bu serüvendir.”

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Hayat Trafik Gibidir


Hayat trafik gibidir
Bazen akar, bazen sıkışır...
Bazen buluruz ara yollar, bazen başka seçeneğimiz yok gibidir...

Biliriz aslında her aracın içindeki insan,
Ancak çoğumuz zannederiz ki ,
Kimliğimizdir sahip olduklarımız...

Hayat trafik gibidir
Bazen gürültülü, koşuşturma içinde,
Bazen keyifli, eğlenceli, neşeli...

Unuturuz ki, biz trafiğin kendisiyiz.
Bizler olmasa, olur muydu trafik?
Ancak ayırırız kendimizi bütünden.

Hayat trafik gibidir
Bazen yalnız, bazen çok kalabalık,
Sıkılırız belki ikisinden de dönem dönem

Bakarsınız sıkışık trafiğe,
Kimisi delirmiş saldırıyor herkese,
Kimi huşu içerisinde, yaşıyor tercihini...

Hayat trafik gibidir
Kimisi işaretleri görür, takip eder,
Kimisi her şeyin kendi kontrolünde olduğunu sanır.

Akmaz hiç bir zaman sizin şeridiniz...
Gözümüz diğerinin şeridinde ve siluetinde.
Akışa bıraktın mı kendini çıkar her yol feraha ...

Hayat trafik gibidir
Sanırız ki gideceğimiz yer önemli,
Yaptığımız yolcuktan ziyade...
 

10 Ağustos 2014 Pazar

Peşinden Koşarız


Peşinden koşarız sevginin,
Sevgilinin...
Sevmek, sevilmek isteriz.

Buluruz sonunda sevgiliyi;
Akar bize sevgi...
Anlamayız sonra, kapanır bir şer şey sanki.

Sanki içimizdeki bir şey
Kovalamaktan hoşlanır sadece...
Uzaklaşır sevdiceğimiz.

Sonra tekrar başlar bu döngü...
Kısmet artık kaç kere,
Nereye kadar?

Korkar sanki içimizdeki bir şey,
Karanlıktan ziyade aydınlıktan
Ne yapacağını bilmez sevgiyle, ışıkla...

Belki de dönüp bakmak gerekir;
Kendimizi sevmeden,
Başkalarını sevmeye mi heves ediyoruz?

8 Ağustos 2014 Cuma

Lucy


“Hayat bize 1 milyar yıl önce verildi. Onunla ne yaptık?”

İşte film bu soru ile başlar... Ve yaşamın evrimin sırları üzerine aksiyon dolu felsefe dolu bir hikaye olarak devam eder...

Film evrimin tek bir bütünden çoğalarak genişlemesi, insanın evrimi üzerine özellikle beyne odaklanarak kurgulanmış. Her ne kadar beynimizin %10’unu kullanıyor olduğu bir efsane olsa da filmde bir çeşit hücre çoğaltan uyuşturucu fazla aldıktan sonra beyin kapasitesi hızla çoğalan Lucy’nin algıları, farkındalığı ve yetenekleri hızla gelişir. Bunu beynin kapasitesi yerine farkındalığın bir anda açılması gibi de yorumlayabilirsiniz. Lucy’nin yaşadığı para-normal yeteneklere sahip olan bazı kişilerin zihinlerini sakinleştirip, yoğun meditasyon ve enerji çalışmaları ile benzer seviyeye ulaşıldığı biliniyor.


Lucy sonuç olarak beynin onu değil, onun beyni kullandığı bir aşamaya geliyor. “İnsanlık” diye tanımladığı duygusallıktan çıkan Lucy, tüm hücrelerin milyarlarca yıldır taşıdığı bilgilere ulaşmaya başlıyor.

Konunun ayrıntıları anlatan Profesör Norman’ın dediği gibi:
“Biz insanlar olmaktan çok sahip olmakla ilgileniyoruz.”


                            Lucy: “Cehalet kaos yaratır, bilgi değil...”

Lucy zihninin açılması ile bilgeliği artar, artık başkalarını kontrol etmenin yanı sıra varoluşun arkasındaki sırlar üzerine yorumlar yapar. Düşük benliğimizin bir ürün olan egoyu kastederek, varlığımızı insan seviyesine indirgediğimizi, mantığımızın algılayabileceği kadar anlaşılır hale getirdiğimizi anlatır. Böylece ölçülebilir bir dünya yaratıp, ölçülemez sırları unuttuk.

Bu da Kuantum fiziğinin güzel bir tarifi; bilim adamları maddenin derinliklerine daldıkça ne ölçülebilir bir şey buldular ne de zaman... Geriye sadece ilişkiler kaldı. Her şeyin bir enerji olduğunu ve diğer enerjiler ile etkileşim içinde bağlı olduğunu keşfettiler.
“Önemli olan zaman değil, önemli olan yaşam...”

                                                    LUC BESSON

Scarlett Johansson ve Morgan Freeman’dan öte film yazarı ve yönetmeni Luc Besson’dan bahsetmek daha doğru olacaktır. Taxi ve Transporter gibi sadece aksiyon içeren filmler de yapsa Luc Besson dönem dönem çok sıra dışı yapımlarla kendini öne çıkartıyor. İşte bunlara örnek:
The Big Blue (1988), The Fifth Element (1997)
Leon: The Professional (1994), Angel-A (2005)
Her ne kadar Fifth Element’in önüne geçmek zor olsa da Lucy kanımca Besson’un içerik ve bakış açısı olarak en iyi yapımı.


Ayrıca Besson’un mizahi yanını da film de bolca görüyoruz. Komik bir karakter olan polis Del Rio ile yakınlaşan Lucy’nin diyalogları muhteşem:
Pierre Del Rio: Öleceğimize geç kalmayı tercih ederim.
Lucy: Gerçekten hiç bir zaman ölmüyoruz.
Tüm bu maceranın sonunda ise Lucy tüm bilgilerini insanoğluna aktarmanın bir yolunu bulur ve sorunun cevabı artık verilmiştir:
“Hayat bize 1 milyar yıl önce verildi. Şimdi onunla ne yapacağımızı biliyoruz...”

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Hayallerimizin Peşinden Koşuyor Musunuz?

“Olmanız gereken kişi olmak için hiçbir zaman geç değildir.”            [George Eliot]
Hayallerimizi hatırlama, kendimizi bulma zamanı gelmedi mi?
George Eliot’ın dediği gibi hiç bir zaman geç değil. Ancak Eliot’ın cümlesinde gereklilik kelimesi bize başkalarının veya kendimizin düşünce kalıplarının zorladığı bir kimlik olmak olarak algılanmamalı. Ailemizin ve toplumun bize biçtiği kimliklerden ötede yüreğimizi hayalleri... İşte ancak bu şekilde çıkılacak yolculuk; kişinin üzerine bir yük gibi aldığı temel inançlardan, kalıplardan ve düşüncelerden kurtulma yolculuğudur...

Bunun için iç sesinizi duymak ve zihnin ürettiği duygu ve düşüncelerine kapılmamak gerekiyor. Kim olduğumuzu hatırlıyor muyuz? Hayallerimize, kendi özümüze doğru adımlar atıyor musunuz?

Cevap kocaman bir hayırsa, endişe etmeyin… Ancak harekete geçin. Harekete gerek kalmaya kadar içtenlikle ve disiplinli bir şekilde hareket gerekecektir. Herkesin yolculuğu kendine has olacaktır. Burada anlatılan ancak tavsiye olabilir. İşe beden-zihin-ruh dengesini kurarak başlayabiliriz. Hepsi tek ve bir-bütün şekilde uyumlu hale geldiğinde hayallerinize doğru ilerlemek kolaylaşacaktır.

Beden

Hayallerimize götürecek bedene sahip olmak için bedenimizi dinleyin. Bedenin bilinci bize mesaj vermeye çalışır. Onun her kısmını fark etmeye çalışalım. Zaman içinde her türlü mesajı algılayıp, onun üzerindeki farkındalığımız artacaktır. Bizi besleyen enerji kanallarının açık olması zihnin berraklaşmasına ve ruhumuzla kuracağımız bağı kuvvetlendirecektir. Bunun için yürüyüş, yoga, duruşunuzu düzeltecek yöntemler, dik durmak olabilir.



Tükettiğimiz besinler de hem enerjimizin doğru alınmasını hem de sağlığımızı etkiler. Şeker, un, kafein, alkol ve çok fazla işlem görmüş yiyecekler genel olarak bedeni yoracağı gibi zihnin de etkilenmesini sağlar. Alkol doğrudan beyin hücrelerine zarar verirken, kafein dopamin üretimini azaltacaktır. Kafein beyin dalgalarını hızlandırdığı için zihin sakinleşmesinden ziyade daha da aktif hale getirecektir.

Zihin

Zihnimizi dedikodu ve çevrenin yaygın temel inançları ile doldurmak yerine, anlayışımızı güçlendirecek etkinlik, kitap, dua veya meditasyonla besleyebiliriz. Kiminle ve neyle vakit geçireceğimize biz karar verebiliriz. Medya olumsuz haberler ile beslendiği için televizyon ve gazete yerine zihninizi dinginleştirecek besin kaynaklarınızı bulabilirsiniz. Hayallerinin peşinden koşanlar için dış faktörler her zaman engel gibi gözükmüştür.

Bizi geliştirecek kişiler ile görüşmemiz bizi olumlu etkiler. Kısacası zihnimize olan girdilere dikkat etmeliyiz. Zihninizi sakinleştirmenin ve kendinizi onunla tanımlamamanın en iyi yolu meditatif çalışmalardır. Tüm özdeşleşmeler sona erdiğinde gerçek özgürlük yolu açılacaktır. Özgür olmayan bir zihin ile yaratıcılık mümkün değildir. 



Ruh

Sağlıklı bir beden ve berrak zihinle, artık ruhumuz akmaya başlar. Sanki bizden çok daha büyük bir nehir bize kılavuzluk etmektedir. Zihni sakinleştiğinde, sezgilerimiz ve bilincimiz devrededir...

Tüm bu uyum yakaladığında, hayallerimiz netleşir ve artık adım atmak, her adımın keyfini çıkarmak, yolu arşınlayan değil yol olmayı deneyimleme başlar... Olmaya çalışmak söz konusu olmaktan çıkar. Deneyim ve deneyimleyen arasında bir ayrım kalkar ve sadece güzel bir melodi olarak şarkımız ortaya çıkar...