Bazen acılarımıza tutunuruz, onlara çok alışmışızdır, sanki
onsuz ne yapacağımızı bilmez gibi sarılırız, besleriz. Onsuz ne yapacağımızı
bilemeyiz. Hele bir de acımız için bahanelerimiz varsa; bir olay olmuşsa, bir
kişi devamlı bizi deli ediyorsa, onları da bu hikayenin temel yapı taşı
yaparız.
Bir diğerleri yok mu? Devamlı mutlu olan, gülen, enerjik
olan, acı çekenlere veya acıya katlanamayan... İşte onlar bizi gıcık ederler...
Hangisi daha iyi? Acıya tutunmak mı? Mutluluk bağımlısı olmak mı? Yoksa bu iki
durum bir mıknatısın iki ayrı uçları mı?
Ying-Yang gibiler mi? Biri diğerinin içinde saklı mı?
Acılarımız olmasaydı, mutlu olabilir miydik? Devamlı mutluluk hali içinde olsaydık, mutlu olduğumuzun farkına varır mıydık?
Acılarımız olmasaydı, mutlu olabilir miydik? Devamlı mutluluk hali içinde olsaydık, mutlu olduğumuzun farkına varır mıydık?
Diğer bir gözlememiz gereken konu ise, bizim için olan
mutluluk tanımı... Bu mutluluklar arzularımızın beslenmesi sonucunda mı
oluşuyor? Devamlı isteyen ve hiç doymayan bir zihin hali mi? Yoksa yüreğimizden
hissettiğimiz huzur ve sevgi dolu bir mutluluk mu?
Bu, karşı cinse deli gibi aşık olmakla, gelişen ve
olgunlaşan bir ilişkide sevgi duyan bir çiftin arasındaki bağ ile olan fark
gibidir. Bizi hayatta tutmak amacıyla koruyan ve üremek isteyen zihin, karşı
cinsin aşkına düştüğünde (aşık olmak İngilizce’de fall into love diye anılır) hormonların etkisiyle gözü hiçbir şeyi
görmez!
Bizi mutlu eden şeylerin ne tür olduğunu iki şekilde
yakalayabiliriz.
Birincisi, bu duygular saman alevi gibi birden bire bizi heyecanlandırıyor ama etkisi göreceli olarak çabuk mu geçiyor? buna bakmak. Devamlı bu duyguyu beslemek için yeni bir şeyler yapmak arzusu mu geliyor?
Birincisi, bu duygular saman alevi gibi birden bire bizi heyecanlandırıyor ama etkisi göreceli olarak çabuk mu geçiyor? buna bakmak. Devamlı bu duyguyu beslemek için yeni bir şeyler yapmak arzusu mu geliyor?
İkincisi ise, bu mutluluk anları geçtiğinde içimizde bir boşluk mu oluşuyor,
yoksa bir dolgunluk mu? Yaşam dolu mu oluyoruz, yoksa arayış içinde mi?
Muazzam bir gün batımı vardır, kişi ona bakar, kendinden
geçer, sadece o an vardır, zihin sessizdir, manzara ile birdir sanki... Ve o
manzarayı orada bırakır, ve olanı kabul-dedir.
Bir diğeri ise manzaranın resmini çeker, videoya alır,
manzarayı kimlere göstereceğini düşünür ve o an geçtikten sonra o deneyimi
tekrar yaşamak ister, bulamazsa başka bir manzara arar, arar, arar...