“Hepimiz hayatımızın her günü zaman içerisinde beraber yolculuk ediyoruz. Yapabileceğimiz tek şey bu harika yolculuğun tadını çıkarmak...”
Gerçekten sahip olduğumuz tek şeyin zaman olduğunu iddia
edenler var. Bu gerçekten doğru mu? Gerçekten zamandan başka bir şeyimiz yok
mu? Zamanın bizim için anlamı nedir? Zaman kısıtımız olmasaydı ne olurdu? Ölümsüz
olurduk. Demek ki zaman, fiziksel olarak ölümümüze kalan süreyi simgeliyor. Düşünmekten
kaçındığımız, ötelediğimiz ve belki de düşünmemek için devamlı kendimizi meşgul
ettiğimiz ölüm. İş hayatımızla, emeklilik planlamalarıyla, özel ilişkilerimizle,
bağımlılıklarımızla, hobilerimizle, sözde aydınlanma çalışmalarımızla
hayatımızı yönlendiren duygu ve düşüncelerle dolu bir zihin...
Ne zaman ki, ölüm fikrine karşı mücadeleye bırakırız, o zaman
gerçekten görürüz ki sahip olunacak da kaybedilecek de hiçbir şey yok ortada.
Sonunda tam anlaşılamayan anı yaşamak kalıyor geriye...
About Time (Zaman
Hakkında) filmi konuya ilginç bir açıdan bakıyor. Diyelim ki kendi yaşamınızda
istediğiniz bir ana tekrardan geri dönüp işleri dilediğiniz gibi tekrardan
yaşayıp, olayların akışını değiştirebiliyorsunuz. Tim’im ailesindeki erkekler böyle yeteneğe sahiptir ve Tim başta
kız arkadaş ayarlamak ve her anıyı mükemmel yaşamak için bu özelliği
kullanırken, birden bire ablasının kazası, babasının ölümü gibi daha yoğun
olaylar karşısında nasıl tercihler yapması gerektiği konusunda kendisini
çelişki yaşamaya başlar.
Mücadele etmekten, hayatın dinamiklerine karışmaktan ve
vedalaşmamaktan yorulur Tim... Ve bir gün şu kararı verir:
“Ve en sonunda zaman yolculuklarımdan nihai dersimi aldım; ve babamın yaptığının bir adım ilerisine gittim: Gerçek şu ki, artık bir gün için bile olsa zaman yolculuğu yapmıyorum. Sadece her günü, sanki o günü düzeltmek veya eğlenmek için geri gelmişim gibi düşünerek, yaşamaya çalışıyorum, sanki o gün benim sıradan ve sıra dışı yaşamamın en son günüymüş gibi...”
Bu hayatın son günü gibi yaşamak kavramını duymayan
kalmamıştır sanırım ve bu felsefe ile hayatını değiştiren kaç kişi vardır. Şu
anda bu yazıyı okuduğunuza göre az da olsa bir vaktiniz vardır ve bu felsefe belki
de tüm bedeninize, tüm hücrelerinize nüfuz eder ama bir dakika sonra bebeğiniz
ağladığında, patron bir şey istediğinde, gelen iş mesajlarına baktığınızda “hayatınızın gerçekleri” sizi tekrardan
ele geçirir. Konu ölüme direnmek, kaçmak değil, konu onu işbirlikçiniz
yapmaktır. Onu kabullenirseniz, korkacak bir şey kalmaz... Korkacak bir şey
kalmadığında gelecek illüzyonu yok olur. Gelecekle ilgili tasalanmaktan vazgeçmeye başlarsınız. Zaman, ölüm, korku, gelecek kaygısı... Sonunda karşınıza
egonuz, sahte kimliğiniz, maskeleriniz, bu hayattaki bağlarınız kalır geriye...
Anı yaşamak için direnmeyi bırakmak gerekir.
Anı yaşamak için direnmeyi bırakmak gerekir.
Bunu da her gün, öleceğinizi hatırlayarak, sahip olunacak veya kaybedilecek bir
şey olmadığını hatırlayarak yapabiliriz. Sarı
Saltuk’un Yunus Emre’ye dediği
gibi:
“Aşk, bir güneşe benzer. Ölüm denen perdeyi deldiğinde bu sırra erişirsin. Bunun için ölmeden ölmen gerekir.”