25 Eylül 2015 Cuma

Revolver

“En büyük düşman en son bakacağın yere saklanır.” [Julius Caesar]
Ego...
Bir çoğumuzun bol bol üzerinde konuştuğu, bildiği bir kavram...
Ama gerçekten ne olduğunu biliyor muyuz?
Nasıl ortaya çıktığının farkında mıyız?
‘Egom’ derken bile konuşanın ego olduğunu biliyor muyuz?
Sadece şişmiş ve bariz egoları değil, gizlenmiş saklanmış egoları da görebiliyor muyuz?
Peki ya aydınlanmış, ermiş, yardımsever, tüm öğretileri bilen melek kılığındaki egoyu?
İster olumlu gözüksün, ister olumsuz, ego son derece kurnazdır ve hiç bir zaman ölmez; denemeye devam eder... Kilit nokta ise onun farkına varmak ve onunla özdeşleşmekten vazgeçmektir.
“Savaş kaçınılmazdır sadece erteleyebilirsiniz ancak o da sizin değil düşmanlarınızın yararına olur.” [Niccolo Machiavelli]
Guy Richie’nin senaryosunu yazdığı ve Luc Besson’un adaptasyonda yardımcı olduğu Revolver filminin konusu ego ve insanların egoları ile özdeşleşmesinin davranışlarındaki etkisidir. Muhteşem performansları ile Jason Statham, Ray Liotta ve Vincent Pastore dikkat çekiyor.

Ego Oluşuyor...
Ego büyüdükçe ayrı bir kişiliğimizi oluştururken, ‘ben’ demeye başlarız. Bir ben olması için diğerleri olmalıdır. Bu karşıtlığın, ayrımın ve dualitenin başlangıcıdır...


“Karşılıklı oynanan her oyunda bir rakip ve bir kurban vardır. Mesele ilki olabilmek için ne zaman kurban olduğunuzu bilmektir. Kurbanı kontrol altında tuttuğunu düşünen aslında daha az kontrole sahiptir. Ve yavaş yavaş kendi sonunu hazırlar. Rakibe düşen şey de ona yardım etmektir. Oyun karmaşık hale geldikçe rakip de karmaşık bir hale gelir, karşı taraf çok iyiyse bu kurbanı kontrol edebileceği bir ortama sokar. Ortam büyüdükçe kontrol kolaylaşır. Köpeğe kemik fırlat, zayıf noktalarını bul. İstediklerini sandıkları şeyin bir parçasını onlara ver. Böylece rakip kurbanı yanlış avın peşine takarak dikkatini başka yöne çekebilir. Numara ne kadar büyük ve eskiyse başarmak o denli kolaydır. Bu iki prensip üzerine kuruludur. Kurban o kadar eski olmadığını ve kimsenin kazanamayacağı kadar büyük olamayacağını düşünür. Sonunda rakip sorgulamaya başladığında kurbanın yatırımı sonuçta da zekası sorgulanmış olur. Bunu da kimse kabullenmez; kendileri bile...”

Zihnin Görevi
Zihnin temel görevi bizi hayatta tutmaktır. Beden ve zihin geçicidir ve bu dünyada korunmaya muhtaçtır.  Bu sebeple zihin güven arar, lakin korkmaktadır. Beynimiz bir tehlike ile karşılaştığında üç seçenekten birini seçer: dövüşmek, kaçmak veya donup kalmak. Donup kalmak beynimizin bilinçli kısmının anlamadığı bir tepkidir... Ve bu tepkiler biriktikçe içimizdeki enerji de kendini öfke ve şiddet olarak göstermeye başlar...
“Neden artık beni dinlemiyor? Acı hissetmek gerekirdi ama beyin çözemediği bir bulmacaya takıldığı için donup kalmış...”
Unutmayın, savunmanız gereken bir egonuz yoksa; haklı çıkmaya, üstün olmaya ihtiyacınız kalmaz. Bu da şiddetin sonudur.


Onaylanma Tutkusu
Zihin büyüdükçe şunu da keşfeder... Uyumlanma hem bizi yetiştiren ve koruyan ailemizin istediği bir şeydir, hem de grup halinde takılmak hayatta kalma şansımızı artırmaktadır. Bu sebeple genlerimize sosyal olmak ve diğer insanlarla uyumlu olmak kazınmıştır. Bunu devamlı onaylanma ve görülme arzusu takip eder...

“Kendinizle ilgili bilmediğiniz bir şey vardır, varlığını bile inkar edeceğiniz bir şey... Ta ki bir şey yapmak için geç kalana kadar. Sabahları uyanmanızın tek sebebi budur. Aşağılık patronunuzdan acı çekmenizin nedeni. Döktüğünüz kan, ter ve göz yaşının. Çünkü bütün bunlar insanların sizin aslında ne kadar iyi, çekici, cömert, komik ve akıllı olduğunuzu bilmelerini istediğiniz içindir. Benden ister korkun, ister saygı duyun ama lütfen özel olduğumu düşünün. Bağımlılığımız aynı, hepimiz onaylanmış keşleriz. Hepimiz sırtımızın sıvazlanmasını, küçük hediyeler almayı severiz. Ödülünü parlatan şu rozetli çocuğa bakın. Parılda çılgın elmas parılda! Çünkü bizler sadece maymunuz. Bunu bilseydik böyle yapmazdık. Birileri bunu bizden saklıyor. Ve ikinci bir şansımız olsa şunu sorardık: Neden?”


Arzu ve Istırap
Bu dünyada her şey zamana bağlıdır ve dolayısıyla her şey geçicidir; böyle olmak onun doğasındadır. Doğal olarak zihin acıdan uzak durmaya ve zevk sağlayacak aktivitelere doğru eğilim gösterir ve bunun adına da güzel veya iyi der. Ancak her keyif veren deneyim bir an gelir biter ve bu acı yaratır. Zihin daha fazlasını isteyerek doyumsuzluğa doğru gider... Hatta geçici de olsa o an istediğini elde ettiğinde bile bunu yaşamaz çünkü biteceğini veya kaybedeceğini düşünür... Birçok zengin para kazandıkça doymaz; bu durum diğer arzular için de geçerlidir.

“Güzellik yıkıcı bir melektir, nasıl böyle güzel görünen bir şey kötü olabilir? Ama açgözlülük kadar yıkıcı bir melek olamaz. Ve sonunda o her şeyi yutar. Onlar onunla baş edebileceklerini düşünür. Ama açgözlülük büyülenmeyen tek yılandır.”

İllüzyonu Fark Etmek
Bu duruma o kadar alışmışızdır ki, bu olanların doğru olmadığına inanmak çok zor gelir. Neredeyse hatırladığımız tüm zamanı bu Matrix’de yani illüzyonda geçirmişizdir. Bu mümkün değildir! Bu kadar süre yatırım yaptığımız, iyi ve kötü günde sarıldığımız egomuz gerçek değil! Bu nasıl olur? Ancak illüzyonu fark ettiğinizde bile “illüzyonu anladım” derseniz bu konuşan halen egonuzdur...

“Bu içindeki sesi  o kadar uzun zamandır dinliyorsun ki, onun sen olduğuna inandın. En iyi dostun olduğuna inandın. Kimse onu göremez ama o herkesi görür. Sen de oyundasın, herkes bu oyunda. Ve kimse bunu bilmiyor. Ve tüm bunlar onun dünyası... Sahibi o; o kontrol eder. Yapman gerekenleri o söyler. Var olan bütün acıların ardında o vardır, işlenen bütün suçların ardında. Acılarının ardına saklanıyor Jack; acılarınla kucaklaşırsan bu oyunu kazanırsın. Onun dünyasında ne kadar fazla güce sahip olduğunu sanırsan, gerçekte o kadar az güce sahipsindir. O bütün hileleri bilir ve bütün doğru cevapları... Gitmek istemediğin her yerde onu bulacaksın.”


Ego’nun Çırpanışları
Ego bağırır: “Bensiz bir hayat biliyor musun? Ben eskiyim. Onlar gider, ben kalırım. Bunu bensiz yapamazsın; çünkü ‘sen bensin!’ Ben senin en iyi arkadaşınım.”
Egonun yaptığı en iyi şey budur... Yukarıda söylediklerine inandırmak. Ego gittiğinde korkular ortadan kaybolur... Onu yöneten güçler güçsüzleşir ve gerçek özgürlük sizi sarmaya başlar...

Rüyadan uyanmanın yolu; rüyada olduğunuzu anlamamızdır... Bunu ancak gözlemleyerek ortaya çıkartabiliriz; çok disiplinli bir şekilde gözlemleyerek. Gerçeği görmeye başladıktan sonra beden ve zihin ile özdeşleşmeyi bıraktığınızda bağımlılıktan kurtulabiliriz; korku ve arzuların bize ait olmadığını görürüz. Zamana ve dışarıya bağlı olmayan bir huzur ve mutluluk kalır geriye...

20 Eylül 2015 Pazar

Southpaw


Hayatta kalabilmek için üç farklı strateji kullanırız; savaş, kaç veya don. Bu reaksiyonlar tüm hayvanlarda olduğu gibi insanların da genlerine kodlanmıştır. Bir tehlike olduğunu savaşır, yenemeyecek gibi olursak kaçar, kaçacak imkanımız yoksa da donar kalırız.

Savaşmak ve kaçmak genellikle daha sonraları çok fazla iz bırakmaz bizde. Ancak donmak özellikle insan için bir problem haline gelebiliriz. Temel sorun şudur; beden maksimum düzeyde enerji depolamıştır ve bir yandan da artık son çare olarak donup kalmayı seçmiştir. Donmak, hem rakibi şaşırtacak hem görünmeme ihtimali doğuracak, durum vahimse acı çekmemizi azaltacak bir tepkidir. Tehlike geçtiğinde ise bu içerideki enerjinin boşaltılması gerekir. Bu aşamada bizim neo-korteksimiz bize tehlikenin geçtiğini ve artık bedensel bir şey gerekmediğini söyleyerek veya bedeni koruma amaçlı tamamen o deneyimi unutturarak enerjinin doğal bir şekilde açığa çıkmasını önleyebilir.

Yaşam devam eder ve öyle bir zaman gelir ki, bu tamamlanmamış döngü işini bitirmek ister... Bildiğimiz en yaygın enerji arta metodumuz ise öfkedir... Bu da şiddete sebebiyet verir. Etrafımızda ne kadar çok tamamlanmamış travmanın öfkeye dönüştüğünü düşünebiliyor musunuz?


Southpaw filminin iki kahramanı yetimhanede büyümüş ve sonra evlenmiş bir çiftin hikayesini anlatıyor. Çocuk içindeki yoğun öfkeyi boks dalında çıkaran bir şampiyon olmuştur. Belkide bu yetim hayatının travmalarını bitirmeye çalıyordur. Tatlı ve güzel eşi ise sanki onun neo-korteksini yani akıllı ve mantıklı tarafını temsil etmektedir. Kızları dahil tüm aileye o bakar ve eşinin tüm kararlarını o verir.

Sorun şudur ki, eşi kontrol etmeye çalıştıkça onun öfkesi daha da artmaktadır. Travmasının döngüsünü tamamlaması için kendi travması üzerinde çalışmalıdır. Bu hassas bir dengedir. Atmosfere girecek bir uzay mekiği gibidir; eğer fazla dik girerse yanar, eğer fazla yatay girerse seker gider...

Bu deneyim yaşanmadıkça ruhumuz bu travmaları iyileştirmek için kendimize devamlı bizi tetikleyen olaylar ve kişiler çağırmaya devam edecektir. Film de bu trajik durum yaşanır ve kahramanımız her şeyini kaybeder... Tekrardan hayata dönebilmek için işinde çok iyi olan bir antrenörün yanına gider.


Bu antrenör onun ruhu gibi onun bu öfke tepkisinden geçmesini sağlar... Tam içine girerek ama ona teslim olmadan...

Brokeback Mountain filminde Oscar ödülüne aday gösterilen Jake Gyllenhaal oldukça radikal rollerin üstünden kolaylıklar geliyor. Enemy ve Nightcrawler filmlerinde de sıra dışı bir performansı vardı. Rachel McAdams’ın yanı sıra, Forest Whitaker Oscar ödülünü şans eseri almadığını ortaya koyuyor.
“Tanrının bana bir şey öğretmek için garip bir planı olmalı. Bunun ne olduğunu bir türlü anlayamıyorum.”

15 Eylül 2015 Salı

Almost Famous


Dünyaya geldiğimiz anda hiç bir şeyin farkında değilizdir. Annemizden ayrı bir bedenimiz olduğunu bile bilmeyiz. İlk özdeşleşmeyi bu aşamada yaşarız. O üzülürse biz de üzülürüz. Daha sonra anlarız ki, ayrı bir bedene sahibizdir ve ebeveynlerimiz olmadan bedenin hayatta kalma şansı yoktur. Onları Tanrı yerine koyarız; bizi görmelerini isteriz. Bizi her takdir ettiklerinde kendi varlığımız ispatlanmış olur. Ama o ya da bu sebepten dolayı onlardan biri ve ikisi de fiziksel olarak ve ruhen orada olmayabilirler. Bu onaylanma ve ispatlanma hissini büyüdükçe başkalarından almayı hayal ederiz. Arkadaşlarımız, çevremiz ve hatta hiç tanımadığımız insanlar.

Popüler olma sevdası ergenlikle tavan yapar ve popüler olmak uğruna kendimizden ziyade, olması gereken havalı kişi olmak için o tüm kalabalığın için yalnız olmayı seçerler. Kendine yabancı...


En iyi senaryo dalında ödül kazanan Almost Famous filminin konusu anne babası ayrı bir çocuğun hikayesini konu alıyor. Babasının yanında büyümüş olan William’ın annesi ilginç bir üniversite hocasıdır ve kendi bilgisinin kurbanıdır. Son derece kontrolcü bir tavır ile oğlunu iki sınıf atlatan anne, oğluna yaşı konusunda bile yalan söylemekten kaçınmaz. William, 13 yaşında okul arkadaşlarından hem küçük hem de çocuksudur. Bunu eleştiren ablası sayesinde aslında 11 yaşında olduğunu öğrenir. Anne oğlunu ileri zekalı olduğunu iddia ederken, kızına ise annesinin sevgisini reddeden bir nankör muamelesi yapar...


William, üniversiteyi bitirir ve gazeteci olur, ünlü grupların peşinden röportaj  yapmak için çıkar bir maceraya. Stillwater isimli müzik grubunun içine girer ve uzun süre bu kişiler ile vakit geçirir. Aralarındaki çekişmeleri, oynadıkları rolleri, arkasına saklandıkları ilaç ve benzeri maddeleri, yaptıklarını, onların hayranlarını... Hepsini gözlemler... Bir parça kendini de kaptırsa da, en sonunda kendine gelir ve hikayelerini olduğu gibi yazar. Önce hikayeye itiraz eden grup üyeleri kendilerine aynalık yapan bu tarafsız hikayeden çok etkilenir ve kim olduklarını hatırlar ve birbirlerini oldukları gibi görmeye başlarlar.

Filmin yönetmeni Cameron Crowe, Vanilla Sky ve We Bought a Zoo gibi filmlerin senaristi ve yönetmeni. Çok iyi bir oyuncu kadrosuna sahip bu filmde Patrick Fugit, Kate Hudson, Billy Crudup, Russell Hammond, ve Oscar ödüllü Frances McDormand... Philip Seymour Hoffman gibi ufak rollerde de epey tanıdık isimler var...
“İflas eden bu dünyada geçerli para gerçek biri olarak başkasıyla paylaştığındır.”

7 Eylül 2015 Pazartesi

The Pervert's Guide to Ideology


İdeoloji
“Ben zaten çöpten besleniyorum, bu çöplüğün adı ise ideoloji, bu ideolojinin kullandığı malzeme gücü benim gerçekte ne yediğimi görmemi engelliyor. Bizleri köleleştiren sadece bizim yaşadığımız gerçeklik değildir. Bize dayatılan ideolojinin en üzücü yanı hayallerimize sığındığımızı düşündüğümüz anda bile aslında bire bir aynı ideolojinin içinde olmamızdır.”
“Eğer bir şeyi sorgulamıyorsanız, asla özgür olamazsınız.” 
Bu da aslında acı verici bir süreçtir. Rahat alanı bırakmak ve gerçekliği tüm çıplaklığı ile görmektir. Şu ana kadar tutunduğun tüm dalların kırılması ve hatta tüm zeminin kayması gibidir.

Bizler bir ideolojinin kurgulandığı ve bu ideoloji içinde yaşamamızı isteyen bir toplumda yaşıyoruz. Filmde aktörümüz öyle bir gözlük takar ki, bu gözlük sayesinde ortada oynanan tiyatronun arkasında yatan gerçek ideolojiler gözükmeye başlar. Böylece demokrasinin içinde yatan zorbalığı görmeye başlıyorsunuz.

İşte Sapığın İdeoloji Rehberi filmi ideoloji hakkında bize düşündürdükleri ile başlıyor ve filmlere kısa kısa bakışlar atarak bize değişik konulardaki inanç sistemlerimizi kökünden sarsıyor. Sosyolog, filozof ve kültür eleştirmeniz Slavoj Zizek yazdığı ve sunduğu belgesel oldukça keyifli. İşte filmlerle beraber işlenen bir çok konudan uzak başlıklar...

Zevk ve Ürünler
“Zevk alınan hazzın bozulmuş şeklidir. İnsan acı çekerken bile zevk duyabilir.”
Ürünlerin pazarlamasında ise insanlar adeta zevk almaya yönlendiriliyor. Ürünler ideoloji ve metafizik özellikler taşır. Gazlı içeceklerin arkasında yatan mutluluk, zevk, eğlence, adrenalin, cinsellik yatmaktadır. Bir sıvı neden bunlarla özdeşleştirilir. Bedenin tek istediği susayınca su içmektir. Ancak bu içecekleri içtikte daha fazla susarsınız... Bu da bizi arzuyu arzulayıp bizi kısır döngüye sokmak ve bağımlı hale getirmektir.


Şiddet
Geçerli tek ideoloji maalesef tüketimdir, bu sebeple buna tepki bazen şiddete kadar varabilir. Bunu her türlü seviyede görebilirsiniz. Bir yandan tüketirken, bir yandan da vicdanımız sızlar. Dünyadaki açları içten içe düşünürken, bir yandan da fazla tüketerek dünyanın kaynaklarını tüketişimiz.  Bazı firmalar ise “Sosyal Sorumluluk” projeleri ile vicdanımızı rahatlatıp, bir yandan da ürüne normalden fazla bir ücret almayı başarıyor. Örneğin Starbucks... Kahveler oldukça yüksek fiyatlıdır... Bu firmanın web sitesine gidip bakarsanız sosyal sorumluluk projelerini görebilirsiniz...

Fantezi
“Fanteziler ideolojilerin ana merkezini oluşturan unsurlardır. Psikoanalitik açıdan fanteziler bir yalandır. Önemli olan konu gerçek olmamaları değil, tutarlı olmamanın yarattığı boşluğu doldurduğu için bu bir yalandır.”
Kişilere fantezi vaat edip, hayaller satılırken, toplumlar yalanlarla yönetilmektedir.  Batman filminde herkes yalan söylerken, doğruyu söyleyen tek karakter Joker’dir...
Mesaj şudur: Eğer toplum her şeyi bilirse sistem çöker ve küçük yalanlara ve bazen de Batman gibi ön planı çıkacak kahramanlara ihtiyaç vardır.

Kişisel hayallerimize geri dönecek olursak, bu hayaller ne kadar ruhumuzu huzur getirecektir, ne kadar egomuzu besleyip bizi bir sarmala sokar... Eğer gerçekten bir tatmin getirmiyorsa, ki genelde getirmez ve bir sonraki hedef göre koşmaya devam edersiniz, bu koşullanmış zihnimize empoze edilmiş hayallerdendir.

Kurban
Genellikle filmlerde bir kurban vardır ve kahramanımız kurbanı kurtarmak ister. Nacak en büyük şüphesi genellikle kurbanın aslında bu durumdan çok memnun olabileceği ihtimalidir. Genellikle bu durum onların tutunduğu hikayeleri ve hatta bazı durumlarda gizliden gizleye zevk aldığı ortamdır.


Totaliter Rejimler
Filmin son kısımlarında rejimlerde liderlerin nasıl kendilerini sevgi dolu gösterdiklerini ve bir yandan da pozisyonlarının gerektirdiği zulümle sonuçlanan kararları istemeyerek verdikleri ile dalga geçer. Sinemanın uyguladığı diğer bir yöntem ise sıradan insanlarla dalga geçerek, kişileri sıradanlaştırmaktır.
Kapitalizm ise her zaman krizdedir. Krizden beslenir adeta... Devamlı talep eder, devamlı tüketim ve israfı körükler.

Bürokrasi
Bürokrasi ile haz arasında hiç bir ilişki var mıdır? Bürokraside devamlı ve amaçsız bir koşuşturmaca vardır. Koşuşturmaca sonsuza kadar devam ettiği için hiç bitmez ve bu da bir nevi haz verici bir durumdur. Hem sonu gelmez hem de içinde çalışıyorsanız kendinizi önemli sanırsınız.

Daha bunun gibi bir çok konuda farklı bakış açısı ve düşünce getiren bu film kesinlikle izlemeye değer. Son olarak Jaws gibi sıradan filmin nasıl yorumlandığı görmek ister misiniz?

Jaws
Jaws filminde köpek balığı neyi simgelemektedir? 
Her şeyden korkan Amerikan halkı ile dalga geçen bir balık mı?
Amerikan’ın düşmanlarını mı?
Yoksa Fidel Castro’nun yorumu ile Amerikan halkını sömüren sermayeyi mi?..