Batı toplumlarında bireysellik ön planda tutulur; en sosyal
toplumlarda bile bireysel başarı, kişinin özgürlüğü, kendini gerçekleştirmesi
üzerine kurulmuş bir düzen vardır. Doğu toplumların da ise göreceli olarak daha
kaderci, olanı kabul eden, bir bütünün parçası olarak yaşayan anlayış hakimdir.
Bu iki uçtan hangisi doğrudur? Özgür irademiz var mıdır? Yoksa kaderimiz çoktan
belirlenmiş midir? Yoksa her ikisi de doğru mudur?
Doğru olan insanın sahte duygu, düşünce ve inançlarından vazgeçmesidir. Tek doğru var olduğumuz gerçeğidir. Ancak İnternet'le beraber
bilgiye erişim aşırı derece kolaylaşmıştır ve hepimiz epeyce bildiğimizi
zannederiz. Bilgi ise zihnimizdeki düşünceleri besleyerek hayatımıza yön
verir...
Beynimiz ve Özgür
İrade
Nasıl mı? Duygu ve düşüncelerin merkezi olan beynimiz,
geçmişten getirdiği bireysel ve kolektif bilgi ve deneyimlere dayanarak
kararlar verir. Nörologların ispat ettiği gibi kararların yaklaşık %90’ı
otomatik olarak verilir. Böyle bir bir beyne sahip olan insanlık için ise böyle
bir gerçeği kabul etmek çok zordur. Beyin bunun da bir çaresini bulmuştur;
davranıştan sonra mantıklı bir gerekçe bularak yapılan davranışla ilgili
hatırayı tekrardan işleme alır. Biz de davranışlarımızı kontrol ettiğimiz
illüzyonuna kapılırız. Buna “Akla Yatkın Hale Getirme” (Backward Realization)
denmektedir. Bunun en büyük tehlikesi ise, asıl davranışa sebep olan duygu veya
travmanın gizli kalmasıdır, çünkü sorgulama gereği hissetmeyiz.
Bir çoğumuz ise beyinleri ile özdeşleşmiştir. Sol yarım kürenin
yapmaya çalıştığı gibi mevcut durumu korumaya çalışırlar. Beyin kendi fikir ve
inançlarına aykırı bir görüş duyduğunda savunmaya geçer... Norepinefrin adlı
hormon, beynin mantık kısmını kapatır ve Limbik sistem devreye girer.
Duyguların merkezi olan bu kısım, çalışan hafızamız ile bağlantıyı koparır.
Kendi fikrinde inat etmek, işte böyle oluşur.
Ayna Nöronlar ve
Kolektif Bilinç
Kendimizi ifade ettiğimizde ve onaylandığımızda ise tam tersi,
ödül ve mutluluk hormonları olan dopamin ve serotonin devreye girer ve
kendimizi iyi hissederken, öz-güvenimiz de artar. Ayna nöronlar, empatik
nöronlardır. Karşımızdakinin duygularını hissetmemizi sağlarlar. Oysa ayna
nöronlar karşılıklı çalıştığı için, başkalarında kendimizi de yansıtırız...
Anlaşılacağı gibi, aslında diğerleri yoktur; bireyler olarak devamlı sosyal
etkileşim halindeyizdir. Toplum, atalarımız ve ailemizden taşıdığımız travma ve
inanç sistemleri, bunun ispatı gibidir.
Öte yandan sağ yarım küre ise, sol yarım kürenin tersi gibi
çalışır... Mevcut durumu sorgulayan kısımdır. Sağ ve sol yarım küreler karşı
karşıya gelirler. Bir de ayna nöronlar sayesinde diğer beyinlerden
etkilendiğimizde iş çığrından çıkar... Beyinde bir karar merkezi yoktur. Bir
çok merkez paralel olarak çalışır ve beyin hep farklı bir imaj ortaya koyar;
buna sanal, anlık bir kişilik de diyebiliriz. Açken farklı bir şekilde davranırken,
rahatken farklı bir şekilde davranırız... Stadyumda koyu bir taraftarken bambaşka
davranırız.
Sonuç
Beynin çalışma mekanizmasını, kolektif bilinci anladıkça
kararların özgür irade ile verilmediği ancak öyle sanıldığı bilimsel olarak
açıklanabilir durumda. Sonuç olarak kolektif açıdan hayatta kalmak için hem
derinden gelen bir güç ile ait olmak adına uyum sağlarken, sistem için
gerekirse hayatımızı bile feda edebiliyoruz. Bireysel açıdan baktığımızda ise
büyüdükçe elde ettiğimiz anılar ve bilgiler hafızada yer ediyor. Acıdan kaçan
ve hazzı azami hale getirmeye çalışan zihin eylemleri meydana çıkarıyor ve bu
eylemlere getirdiği mantıklı açıklamalarla ile nöral yolların derinleşmesini sağlıyor ki,
buna da alışkanlıklar diyoruz. Gandhi’nin sözünde olduğu gibi alışkanlıklarımız
da karakterimizi ve kaderimizi oluşturuyor.
Çözüm ve Özgür İrade
Hem kadim öğretilerde olduğu, hem de bilim adamların şimdilerde
ispatladığı gibi, beyni, düşünceleri
gözlemlemek, beynin çalışma şeklini derinden değiştiriyor. Farkındalığımız
yükseldiğinde ise, daha sağduyulu, sezgilere açık ve duygularla savrulmayan bir
hale ulaşabiliyoruz.
Gözlemenin yanında diğer önemli bir araç ise Şimdi’de mevcut olmak, çünkü zihin, ya
geçmiş hatıralar ile meşgul, ya da gelecek varsayımları yapıyor. Anda yaşamayı
öğrendiğimizde zihnin ve zihnin algıladığı dünyanın ötesine geçebiliriz. Artık
başımıza gelen olayların ne efendisi ne kölesiyizdir. Sadece tanıklık hali
içerisinde zihinden özgürleşiriz. Kontrolü bırakarak, dolaylı da olsa özgür
irade devreye girer... Zihnin oluşturduğu geçici kimlik ile özdeşleşmek ve onu
haklı çıkarmaya uğraşma ikilemi yoktur artık. Zihin dinginleştiğinde ve
sakinleştiğinde artık özümüzden gelen ile uyum halinde çalışmaya başlar.
İrade var ki hayattayız. Her zaman kullanamıyoruz o ayrı :)
YanıtlaSilDoğru, bu tek bildiğimiz gerçek... Var olduğumuz. Diğer her şey sorgulanmaya açıktır. Yapılacak ilk zihni gözlemleyip, onun çalışması hakkında anlayış geliştirip onunla özdeşleşmemektir. İşe bedenden başlamak kolaydır, daha sonra düşünce, daha sonra duyguları incelediğimizde... Bunların özümüze ait olmadığını far ederiz... Kalan ise hakikattir...
Sil