9 Kasım 2016 Çarşamba

Complete Unknown


Kişilik dediğimiz şey nedir? Devamlı üzerinde çalıştığımız; kimi zaman geliştirmek, kimi zaman korumak istediğimiz, kimi zaman da hoşlanmadığımız bu kişilik denen şeyin ne olduğunu gerçekten, içtenlik ve ciddiyetle merak ettik mi?

Maske kelimesi, yani ‘mask’;mascara’dan türetilmiş bir kelimedir. Mascara ise ‘persona’ kelimesinden. Persona kişi demektir. ‘Personality’ ise kişilik... Diğer bir deyişle, takıp takıştırdığımız maskeler bizim kişiliğimizi oluşturuyor. Doğduğumuz anda bile tamamen maskesiz değiliz; ailemizden ve atalarımızdan taşıdığımız bazı dinamikler bizi etkiliyor. Kimileri bu durumu genler ile açıklamaya çalışırken, kimileri de kader deyip geçiyor. Carl Jung ise bunu kolektif bilinçaltı kavramı ile açıklıyor.

Bir bebek olarak büyümeye başladıkça, fark etmeye başlıyoruz ki, annemizden ayrı bir bedene sahibiz. Biraz daha büyüdüğümüzde ise, son derece zayıf bir varlık olduğumuzu ve ebeveynlerimiz olmadan hayatta kalamayacağımızı anlıyoruz. Ait olmanın önemi aile içinde bu şekilde başlarken, daha sonraları okul ve çevreye uyum ihtiyacı ile pekişiyor. Hatta, her durum, her koşul için ayrı taktikler geliştiriyoruz... Evde son derece uslu ve efendi olurken, dışarıda daha güçlü ve çılgın bir tavır sergileyebiliyoruz. Bu durum, yetişkin olduğumuzda da pek değişmiyor; evde, işte, özel yaşamda farklı farklı maskeler takabiliyoruz. Bu maskeler, zihnin hayatta kalma taktiği olarak bedeni korusa da, zihnin bu kişilikler ile özdeşleşmesi ve hayatındaki değerleri bunları beslemek üzere kullanması, bizi bu kişilikler hapsinde tutmasına neden oluyor.


Complete Unknown isimli film, iki ana karakterin üzerine kurulmuş; gençken sevgili olan Alice ve Tom... Alice, hiç bir şey söylemeden çeker gider ve on beş sene sonra birden bire başka bir isim ve kimlikle geri gelir. Tom ise tamamen önceden programlanmış olan klasik bir hayatı seçmiştir... Evlenmiştir ve hiç sevmediği bir işi yapmaktadır. Başarısız gibi gözükmemek için bu işi bırakmaz. Eşi ile işleri ve planları hakkında tartışma yaşarlar.

Öte yandan Alice, farklı farklı işler yaparak, farklı hayatlar yaşamıştır. Onun bu yaşantısı, Tom’un aklını karıştırır; onun gerçekte kim olduğunu merak eder... Asıl sıkıntı da bu aşama çıkar. Alice’in tanımlayacağı bir kişiliği yoktur.

Hepimiz kendi kişiliklerimiz ile öylesine özdeş bir halde yaşamaktayız ki, başkalarını da aynı şekilde etiketleme eğilimde oluruz... “İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur” deriz... Tüm bu kişilik hikayesine inanmışızdır. Belleğimizdeki bilgi ve deneyimler yığınına tutunmayı, belleği “olmamız gereken kişi” olmak adına besler dururuz. Satın almak, sahip olmak da bu stratejiyi destekler. Zihin, tüm bu olup biteni güvenli bulur...

Oysa, zihnin düşünme tarzını şüphe ile sorgularsak, gerçek bir arınma ile her şeyi yapabilecek, neşe dolu, yaratıcı olan özümüze ulaşabiliriz. İşte o zaman, her gün yeni olasılıkların mümkün olduğu bir fırsat haline gelir. Hemen şimdi, hemen şu anda... Belki de kim olduğumuzu kendimize sormanın, gördüğümüz kişiler için de, “Yedisinde gördüğümde şöyleydi, şimdi acaba nasıl?” diye düşünmenin zamanı gelmiştir...

“Portland’a gittim. Portland’da çok farklı biriydim. Yeniden doğmuş gibi hissettim. Ancak bir süre sonra, her şey çok tanıdık gelmeye başladı. Sonra bundan sıyrılabileceğimi fark ettim. Tekrar başlayabileceğimi. Yeteneğim ve gücüm vardı. İstediğim herkes olabilirdim. Ve bunu tekrar tekrar yapabilirdim. Binlerce hayatım olabilirdi. Her seferinde o kişiyi var etmişim gibi geldi. Kendi hikayesi olurdu... İstediğim zaman bırakıyorum, bu beni özgür hissettiriyor. Boş bir sayfadan ibaret olduğun bir an geliyor... Olacaklara sen karar veriyorsun.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder