13 Aralık 2016 Salı

Captain Fantastic


Bazen her şeyi bırakıp çekip gitmek mi istiyorsunuz?
Her şey çok fazla mı geliyor? Her şeyin, rekabetin, şiddetin, sevgisizliğin aşırısını mı yaşıyoruz?
Belki de artık basit ve doğal yaşam daha cazip gözüküyor...
Daha azla her şey daha mı iyi olurdu?
Bazen ailemizi veya sevdiklerimizi alıp veya tek başımıza çekip gidesimiz gelmiyor mu?

Captain Fantastic filmi, modern hayatı tamamen bırakmış, ormanda tek başlarına yaşayan, yedi çocuklu bir aileyi konu alıyor. Avlanan, tırmanan, dövüşen, şarkı söyleyen, kendi kendilerine yeten... Tüm bu ilkel hayatın içinde, anne ve babaları tarafından eğitim alan çocuklar, anayasayı, klasik müzikleri, filozofları ve tüm ideolojileri öğrenmektedir. 
“Burada, yarattığımız şey belki de tüm insan varoluşu içerisinde eşsiz bir şey. Cumhuriyet dışında bir cennet yarattık. Çocuklarımız filozof kralları olacak. Bu, beni tarif edilmez şekilde mutlu ediyor... Burada iyiyiz. Hareketlerimizle tanımlanırız, sözlerimizle değil.”
Hayat, onlar için bu şekilde devam ederken, anne önce hastalanır ve tedavi için ebeveynlerinin yanına gittiğinde intihar ederek bu dünyaya veda eder. Bu olay tüm aileyi derinden sarsar. Ancak özellikle küçük oğulları bu olaydan dolayı babasını suçlar ve ondan nefret eder...

Annenin cenaze törenine katılmak için aile yola çıkar, artık son bir görev vardır: Annenin isteği üzerine cesedin yakılması... Anne ailesi gibi Hristiyan değil, Budist inanışlarla yaşamaktadır. Önlerindeki tek engel ise oldukça zengin büyük-babadır...


Filmin en çarpıcı sahnelerinden biri, doğada son derece sağlıklı ve güçlü yetişen çocukların şehirdeki insanları gördükleri sırada verdikleri tepkidir:
“Bu kişiler hasta mı? Hepsi çok şişman...”                                   “Kola ne baba? – Zehirli su...”
Baba çocuklarına şehir hayatına hakim sistemi anlatmaya çalışır. Demokrasi kılıfı altında rekabete ve tüketime dayandırılan kısır döngü mevcuttur. Her şeyin daha fazlasını hedefleten bir zihniyet ile eğitilen insanları şu şekilde tarif eder:
“Amerikanın işi, iş dünyasıdır... Demokrasimiz, insan tarihindeki sosyal adaletin parlak ışıklarından bir tanesi. Yine de birçok vatandaşımız başlıca sosyal etkileşimleri olarak çılgınlar gibi alışveriş yapar...” 
Öte yandan çocuklar diğer insanlarla etkileşime girmeye başladıklarında fark ederler ki, o dünyaya göre tamamen farklı ve gariptirler. Ailecek dünyayı dışladıkları için, aslında kendileri de dışlanmış durumdadırlar. Anne ve babanın kendilerince verdikleri son derece kaliteli gibi görünen eğitim ise sadece ebeveynlerinin bakış açısını içerir. Bütün rejimler, hangisi olursa olsun, ayrımcıdır, çünkü ötekileştirme vardır. İkiliğin olduğu yerde ise çatışma kaçınılmazdır. Anne ve baba, çocuklarına ne verirlerse versinler, bilgi geçmişe dayalıdır. Öğrenmeyi ve kendini keşfi içermemektedir. Kendimizi keşif için en güçlü aletlerden biri ise diğerleri ile olan ilişkilerimizdir. Materyalistik anlamda azla yetinen aile, fikirler ve düşünce olarak pek de azla yetinmemektedir. Ailenin kendi içlerinde bağları oldukça güçlü olsa da ideolojiler onların kafasını karıştırmaktadır. 

Tek Başınalık ve Yalnızlık

Anne ve baba iyi niyetle hareket edip, bir cennet fikri ile başlarlar, ancak vardıkları yer “yalnızlık”tır. Dünya’dan ayrı kalmış ve çocukları da buna kurban etmişlerdir. Belki de amaçları “tek başınalık”tır. Tek başına kalabilmek, bambaşka bir durumdur. Dış dünyanın tam içinde olabilir, ancak arzu arayışından kurtulmuş, tüm amaçlardan arınmış bir şekilde tek başınıza olabilirsiniz. Diğer kişiler ile iletişimde olup, onlardan farklı değil de, onlarla derinde bir yerde bütün hissedebilirsiniz. Tüm ilişkiler, bu bağı sağlamlaştırmak için size ipuçları vermektedir. Aksi takdirde fizana da gitseniz veya Mars’a, içindeki boşluk size yalnızlıktan başka bir şey sağlamayacaktır. Her şeyden uzaklaşıp kendini ayırmak ayrımcılığın başka bir boyutudur. Ne olursa olsun, hepimizin ortak yansımasıdır dünya... Eğer bu şekilde bakmazsak, taraf olursak, kutuplaşmayı destekliyor oluruz... 



Filmin sonunda ise, baba artık pes eder ve büyük oğlunu dünyanın başka bir tarafına yolcu eder. Bir baba ve oğul ilişkisi adına güçlü olan bu sahnede, baba oğluna son nasihatlarını verir:
“Her daim doğruyu söyle. Her zaman ana yolu kullan. Her gününü, son gününmüş gibi yaşa. Tadını çıkar. Maceracı ol, cesur ol, fakat tadını çıkar. Sakın ölme. Şimdi git buradan...”

3 yorum:

  1. Öneriniz üzerine dün gece izledim :) çok güzel bir filmdi :) teşekkürler

    YanıtlaSil
  2. Konusu çok ilgimi çekti :) zaman zaman düşündüğüm bir fikir bakalım hangi bakış açısı ile anlatılmış :))

    YanıtlaSil